Hadi diyelim ki kitle seçeneksizlikten, sistemsizlikten ne yapacağını şaşırdı. Ya halkı aydınlatma savındaki yazarlara, gazetecilere ve hatta profesörlere ne demeli? İlk fırsatta toplumu yanıltmaya hazırlar!
İçeri düşenin haksızlığa karşı direnişi elbette olumlu; ancak içeri düşmek önderlik için yeterli mi?
Ordusunun pusulara düşürülmesine göz yumanlar, kişisel kahramanlık tutkularını tatmin etmek için düşsel senaryolarla kitleyi canavarlara teslim edenler, böbürlenecekleri yerde öncelikle kendi yanlışlarını sıralayıp, sıra neferi gibi saflara katılmalı.
Ne var ki ordusunu terk edenler, örgütünü yanlışa düşürenler kolay kolay adam olmuyorlar!
İki yıl önce “Kumandan Olabilmek” başlığıyla yayınlanan yazıyı sabrınıza sığınarak aşağıya alıyorum:
“Son saldırıyla ordular dağılıyordu. Önemli bir kolordunun kumandanı da ne yapacağını bilememiş, çekip Beyrut’a gitmişti.
Kumandan Lübnan dağında Rayak istasyonuna iner inmez Beyrut’a bir vagonluk tren yollamış ve bu kolordu kumandanını getirtmişti. Sözü uzatmamış, ordusunu bırakıp giden kumandanı azarlamaya başlamıştı:
“Siz kolordunuzu bırakıp kendi başınıza Beyrut’a gittiniz. Bilirsiniz ki kolordu, kuvvet ve kudret bakımından en büyük askeri birliktir.”
Bir an karşısındakinin gözlerine bakan Kumandan sesini sertleştirmişti:
“Bir kolordunun kumandanı, bir tek askerini bile kurtarmaksızın, ordusunun topunu birden düşman eline bırakır ve şahsını kurtarmaya çalışırsa, sebebi her ne olursa olsun suçludur!”
Bu dar zamanda, karşısında suskunlaşan bu kumandanı kaybetmek de istememiş, onunla bir kez daha konuşmuştu:
“Şimdi size bir iyilikte bulunmak isterim. Ancak öğrenmek isterim ki, kendinizde kumandanlık yapacak bir güven var mı?”
“Evet.”
“O halde, Baalbek’e gidiniz. Arkadaşınız Ali Fuat orada. Yarın size bir görev vereceğim. Şimdi yolunuz açık olsun.” (“58 Gün – Mustafa Kemal ile Filistin’den Anayurdun Dağlarına”dan aldım.)
Kumandan bu tür olaylara şaşmamayı öğrenmişti. 1914’te arkadaşı Nuri’nin “Zabit ve Kumandan” kitabını eleştirdiği uzun mektubunda (1918’de kitap olarak yayınlandı) bir subayın karşılaştığı ani durumlarda, kişisel sorumluluk bilinciyle, kararlılıkla davranması gerektiğini yazmıştı:
“Kumandanlar karşılaştıkları her durumda ve koşulda duraksamadan hemen gerekli önlemleri almalıdırlar. Birdenbire ortaya çıkan bir durumla ilk karşılaşan (yalnızca) birliğin en yüksek komutanı değildir. Büyük küçük her birlikte, her subay, her yedek subay ve hatta asker, üstünden (kumandanından) hareketine ilişkin bir emir alamadığı durumlarla karşılaşabilir.
Bu nedenle, kumandanların ve erlerin durumu kendi başlarına değerlendirerek gerekli kararları alabilecek nitelikte yetiştiklerine inanmadan bir askeri birliğin ve bir ordunun güçlü olduğunu düşünmek aymazlıktır (ve sonu) yıkımdır.” (“Zabit ve Kumandan” ile Hasbıhal, İşbank Y. 1952’den yalınlaştırdım.)
Kumandan’ın bir sözü daha var ki olayların nedenini açıklamaya yetiyor: “İdare-i maslahatçılar esaslı devrim yapamazlar!”
Bu söze şunu da eklesek mi?
“Yabancıların askeri gücüne güvenerek kumandanlık edenler, devrimleri yarım bırakanlar, hem kendilerini hem de halkı felakete sürüklerler.” 23 Haziran 2012
Not: Azar yiyen kolordu kumandanı, Bekaa vadisinin kuzeyindeki Baalbek’te de Paşa’yı beklememiş, ilk trene atladığı gibi, Osmanoğulları’nın işgalcilere teslim ettiği İstanbul’un yolunu tutmuş, yarı esareti seçmişti.” 23 Mart 2014