Kaybettiğimiz Tarihe Üzüldüm

AZİZ DOĞDU

Biz kıymet bilmeyen bir halkız. Geçmişten gelenleri yok edip büyük bir marifetmiş gibi modernleşme adı altında ucube inşa etmeye bayılıyoruz. Arkeolojik ve tarihi değer ne hiç, ama hiç bilmiyoruz.

Bu yüzden de Londra’da, Paris’te ve Berlin’deki müzelerde Anadolu tarihinin kaçırılan parçaları sergileniyor, gezerken içiniz çiz ediyor ve “Neden ülkemdeki müzelerde bu eserler sergilenmiyor” diyorsunuzdur.

İmparatorluklara başkentlik yapmış İstanbul’a yaptığımız tahribat, herhalde üzerinde kurulan medeniyetlerin birbirine verdiği tahribattan daha fazladır. Rant hırsıyla, eskiyi yok edip yeniyi koyma azmiyle yitirilen tarihi değerleri, tarihin en nazlı şehrinin daha fazladır.

Her hafta kendime aldığım ve okumak için sıraya koyduğum Sayın Sedat Bornovalı’nın “Boğaziçi’nin Tarih Atlası” adlı kitabını almıştım. Okumakta olduğum Hammurabi kitabını bitirir bitirmez ön sıraya aldım “Boğaziçi’nin Tarihi Atlası” adlı kitabı.

Okumaya başlamadan internette Sayın Bornovalı hakkında biraz araştırma yapmak istedim. Yaptığı işler, araştırmalar ve bizlere sunduğu eserler hakkında bilgi toplamak istedim. Hemen hemen kitabını okumaya başladığım her yazar ve çevirmen için böyle kısa bir araştırma, bilgi toplama yaparım.

Sedat Bey’in öz geçmişini okudukça hayran oldum yaptıklarına, bilgi ve donanımına. Elimdeki kitabıyla ilgili merakım da artmaya başladı böylece.

İçindeki resimleri, illüstrasyonları ve Sedat Bey’in akıcı ve samimi diliyle dünya incisi dediğimiz ama tahrip etmekten de geri kalamadığımız Boğaziçi’nin tarihini okumaya başladım. Okudukça içim parçalanmaya başladı. Sedat Bey’in tek tek saydığı o yalılara mı, hayal gücümü zorlayarak imgelemeye çalıştığım mimari eserlere mi yanayım bilemedim.

Tarihini sevmeyen bir milletiz mi desem, yoksa tarihten pek anlamayan bir milletiz mi desem bilemiyorum. Birçok gelişmiş ülke, tarihinde ayakta kalmış eserlerini ister ev ister saray, şato veya ne türlü bina olursa olsun korumaya alır hemen. Ben bu konuda İsviçre’yi takdir ederim. Tarihi evleri, restore edip kiralar ve kiracılara koruma görevini verir. Verilecek zarardan da kiracı mesuldür mesela.

Büyük bir özveriyle hazırlanmış olan Timaş Yayınları’ndan çıkan “Boğaziçi’nin Tarih Atlası”nı okudukça açıkçası büyük ir hüzünle kaplandım. Bir daha geri gelmeyecek şekilde yitirilen tarih karşısında yüreğim parçalandı.

Roma, Doğu Roma ve Osmanlı dönemlerinden kalan o eserleri, korumak yerine yakıp yıkmış, yerlerine de ucubeler dikmişiz. Kurtarılmış kimi yalı, okul veya bina elbette var. Ama düşünsenize Boğaziçi’nin o tarihi eserlerle boydan boya bezenmiş olduğunu. Her iki yakasında da Marmara Denizi’ndeki girişinden Karadeniz’e kadar olan çıkışına tarih dolu bir yer olsaydı Boğaziçi. Açıkhava Müzesi gibi. Dünyanın su kenarında inşa edilmiş en büyük ve en büyüleyici müzesi gibi olsaydı Boğaziçi fena olmaz mıydı?

Türkiye’nin kalbinin tarihi geçmişini bir nebze olsun anlamak, elimizde kalan tarihi bir nebze olsa da koruma isteğini uyandırmak için Sedat Bornovalı’nın “Boğaziçi’nin Tarih Atlası” adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim.