Artık yazacak pek birşey kalmadı. Herşey kabak çiçeği gibi açıldı, ortalara saçıldı.
Çok değerli bir dostum var, adı Sadi Güclüer. Bazen hemen kavrayamayacağımız derin anlamları olan espriler yapar. İlk başta şöyle bir güler geçersiniz, sonra düşündükçe ardında yatan derinliği kavrar, kendi başınızayken deli gibi güler, bazen de derin düşüncelere dalarsınız. Kendisi köşesine çekilmiş, yazdıkları ve yaptıkları espirilerle ortalara çıkmak ihtiyacı duymayan alçakgönüllü bir emekli yaşamı sürmektedir. Kısa öykülerini değerlendirmemiz gerektiği ısrarlarıma rağmen hiç oralı olmadı. Aslında sopalık biri.
Bu Sadi Güçlüer, Çiğdem Nalbantoğlunun Durum Günçellemesi parodisinden etkilenmiş ve bu yazı üzerine elli yıl öncesine giderek karşıt bir parodik öykü yazmış. İlk başta hoşunuza gidiyor, o kadar. Ama ikinci kez okuduğunuzda veya belleğiniz benimki kadar zayıf değilse, üzerinde düşündüğünde derin felsefî anlamlar çıkarıyorsunuz. Tam anlamıyla bir siyaset bilimi retrospektifi. Nerden nereye geldiğimizin sosyo ekonomik ve politik analizi. Paylaşmak gereğini duydum.
Baba Oğul Yolsuzluk Hikâyemiz
-Babacım!
-Efendim oğlum! Nasılsın sıhhatte misin? Derslerin nasıl?
-Matematik kötü baba, sen Ankara'da mısın?
-Yok evladım, tayinim Karaman'a çıktı, emekliliğime kadar yeni açılacak mensucat fabrikasındayım, rahatım yerinde çok şükür. Bak evladım, üzülme, diğer derslerin iyiyse mesele yok. Sen gene derslerine çalışmaya devam et, ikmale de kalsan üzülme; Yaz tatiline girer girmez yanıma gel, ben seni çalıştırırım geçersin.
O yazı Karaman'da babamın yanında geçirdim. Babam Sorbonne mezunu bir mühendisti. Bir Matematik dehasıydı. Ondan iyi bir özel matematik öğretmeni bulunmazdı.
En büyük eğlencemiz, Pazar günü 35 derece sıcakta şehir stadında toz toprak içinde maç yapan futbolcuları izlemekti ve Karamanspor takımının golcüsü müthiş Hacı Arap'ı...
Ertesi gün mahalli gazetenin spor sayfasında, Hacı Arap o zamanların ünlü futbolcusu İtalyan Maldini'ye benzetiliyordu. Maldini, 1.85 Hacı Arap ise, 1.60 boylarındaydı ve Maldini defans, Hacı forvet oyuncusuydu.
Saha kenarında "Bulut" satılır, babamla birer tane 5 Kuruş'a alırdık. Bulut, seyyarcının eliyle çalkalayıp, suyla doldurduğu bardağa koyduğu bir kaşık kaymaklı dondurmaydı ve doğrusu sıcakta bayağı iyi giderdi.
Kış için kasabadaki bir terziye benim için bir palto bile diktirdi. Öğleyin yemeğimizi bulaşığımızı birlikte hallederdik.
Terzi paltoyu bitirmek üzereydi. Ankara'daki terzihaneyi kapatıp Karaman'a göç etmek zorunda kalmış çünkü aile mirası yüzlerce dönüm tarlanın paylaşımı mahkemelikmiş ve her ay buraya gelip duruşma ve mevzuatla ilgilenmektense yerinde bulunmayı tercih etmiş. Adamın Avukatı da 35 ila 40 yaşlarında zayıf, seyrek saçlı soluk benizli bir vatandaştı ve haftada bir, hafta arası palto provasına kasabaya indiğimizdeki tek lüksümüz çarşı lokantası ziyaretlerimizde, bu zatın önünde hep aynı yemeği görürdüm: Et suyu içinde kemikli bir Kuzu Haşlama.
Dersler kara tahtada iyi gidiyor, cebir teslim olmaz bir bakire olmaktan çıkıyor, aşkıma karşılık veren bir maşuk edasıyla kanıma işliyordu; bittabi rahmetli babacığımın himmetiyle.
Eylül ayında bir sınıfta, 5 ayrı Şubeden dokuz on kadar öğrenci ikmal sınavına girdik ve başarı ile geçtim. Babacığım nur içinde yatsın.
İstanbul'a izine geldiğinde baba oğul Taksim'de kol kola dolaştık. Taksim'de Süleyman Demirel adında bir siyasetçi meydana kürsü kurmuş nutuk atıyordu. Adalet Partisi’nin eski başkan Emekli Paşa Ragıp Gümüşpala'nın yerine gelen yeni başkanıymış. Tepeden uçaklar bildiriler atarken kürsünün etrafında yavaş yavaş birkaç yüz kişi kümelenmekteydi. Artık Lise mezunuydum.
Sonuçta boş bir tesiste, beni kendi memur maaşı ile de ağırlamış ders çalıştırmış da olsa, ben devlete ait bir kurumun misafirhanesinde bedelsiz 40 gün geçirmiştim.
İşte bu da baba oğul bizim yolsuzluk hikayemizdir. Tüm sabredip de okuyanların bilgilerine arz olunur!