Birkaç gün önceydi. Belediye otobüsüne binerken biletimin olmadığını anladım ve hemen benim önümden binmekte olan bir genç kıza kartını benim için de makineye okutmasını rica ettim. Belediye otobüslerinde böyle durumlarla sık karşılaşıyoruz. Kız isteğimi yerine getirdi. Bilet ücreti olarak iki lira uzattım.
— Hayır! Alamam, dedi.
— Niçin?
— Bilet 175 kuruş. 25 kuruş fazla veriyorsunuz. Hakkım olmayan 25 kuruşu nasıl alabilirim?
Bunun üzerine ceplerimi karıştırdım ve daha ufak paraların da olduğunu fark ettim ve 175 kuruşu denkleştirdim. Bunu almaya razı edebildim.
— Niçin?
— Bilet 175 kuruş. 25 kuruş fazla veriyorsunuz. Hakkım olmayan 25 kuruşu nasıl alabilirim?
Bunun üzerine ceplerimi karıştırdım ve daha ufak paraların da olduğunu fark ettim ve 175 kuruşu denkleştirdim. Bunu almaya razı edebildim.
Bu genç kızın davranışı beni düşündürdü. O bu konuda tek örnek değildi. Çoğumuz, hak etmediğimiz bir parayı ve eşyayı almak istemeyiz.
Toplum bunu “haramdan kaçınmak” için yapar. Haram, dinî bir kavram olarak görünse de o, insanlığın tarihsel birikiminden kaynaklanan bir ihtiyaca yanıt verir. Bu tip kurallar, insanın vicdanında yer etmeye görsün, hiçbir kanun ondan daha güçlü değildir.
Köylerimizde fındık toplanırken, komşu bahçeden sarkmış dallardan düşen fındıkları kendi sepetine atmayıp bahçe sınırının öte tarafına atan köylüleri buna yapmaya sevk eden aynı “Haram” duygusudur.
Öğretmen Okulunun birinci sınıfında (1958) bir gün okulun içindeki yolda yalnız yürürken yerde üç adet on lira buldum. Onu hemen sınıf öğretmenimize götürerek verdim. Bu parayı nasıl cebime atar ve kullanırdım? O başkasına ait bir paraydı. Sabini bulup bulamadıklarını hatırlamıyorum fakat hafta sonunda İstiklal Marşı töreninde, eğitim şefi beni kürsüye çağırdı. Çıktım. “Bu arkadaşınız” dedi, “Bulduğu otuz lirayı öğretmenine getirerek teslim etti. Bu örnek davranışı için kendisine üç kitap armağan ediyoruz.” O yıllarda yayımlanan çocuk kitabı Cantürk dizisinden üç kitap verdi.
1990 yılı başlarında Öğretmen Dünyası için “Eğitimde Rüşvet” konulu bu araştırma yapıyordum. Bazı ders kitaplarının ve ünite dergilerinin seçimi karşılığında yayıncılardan rüşvet alan okul müdürleri ve öğretmenlerin olduğu yaygın bir söylentiydi. Okullarında böyle bir şey olup olmadığını sorduğum (diyelim ki) Ayşe adlı öğretmen:
—Çocuklarımı nasıl okutacağım peki? diye yanıt verdi. O, aynı zamanda öğrencilerini yakında bir dersaneye yönlendirerek buradan da bir pay alıyormuş. Ayşe Hanım, çok geçmeden milletvekili oldu...
Aynı soruyu yönettiğim taşralı bir öğretmen olan Emine’nin ise yüzü gerildi. Boğazında nefret ettiği bir lokma takılmış ve bu nedenle kusmak ister gibi bir hal aldı.
— Ay! dedi, bunu yapanlar da mı varmış!
Yazı, derginin Şubat 1990 tarihli sayısında “Eğitimde Rüşvet-İstemem Yan Cebime Koy” kapak yazısıyla yayımlandı. Ne mi oldu dersiniz? Rüşvet alan ve verenlere hiçbir şey olmadı. Eğitim topluluğuna iftira etmek suçlamasıyla ben sürüldüm! Gene de bu yazının hiç faydası olmadı denemez. Bir süre sonra ünite dergileri uygulamasına son verildi.
Bugün de birçok insan gibi yolda 25 kuruş bulsam onu cebimdeki paraya katmam. Çünkü o benim paramı kirletir. Onunla bir simit alsam boğazımdan geçmez. Çünkü o “haram” paradır.
Gerçi dinî ahlak gibi bir de laik ahlak vardır. Yasalar laik ahlaka göre hazırlanır. Laik anlak “iyi” ve “kötü” "Yanlış" ve "doğru" kavramlarından hareket eder. Dinî ahlakla laik ahlak zaman zaman birbiriyle de çakışırlar. Rüşvet ve hırsızlık bunlardandır.
Başkasına ait bir malı veya parayı zorla veya hile ile kendi tarafına geçirmek, bir çıkar elde etmek için rüşvet vermek veya almak, hem dinsel hem laik anlayışa göre ahlaksızlıktır. Bu durum en çok zenginlerde veya zenginlik hırsıyla yanıp tutuşanlarda görülür. Eğer babalarında kalmadıysa zenginlerin servetleri zaten haram veya soygunla kazanılmıştır. Ne demişler “fazla mal haramsız olmaz.”
Kapitalist sistem, toplumun bir kısmının dinini de vicdanını da karartmıştır.
Bunları, tahmin edilebileceği gibi, 17 Aralık günü patlak veren yolsuzluk ve rüşvet olayları nedeniyle hatırladım… Hakkı olmayan 25 kuruşu kabul etmeyen ahlakla milyon dolarlık rüşvetleri ayakkabı kutularına, yatak odalarına istif eden ahlaksızlığı karşılaştırdım. Biri halkın ahlakı, diğeri zenginlerin içinde en açgözlü dolanların ahlaksızlığıdır. Düpedüz vicdansızlıktır. Başkalarının ve devletin malına göz dikmektir. “Beytül male” (Maliye hazinesine) el uzatmaktır. Onların dini imanı paradır. Hiç sıkılmadan bunların üzerini örtmeye çalışan bir iktidar iflah olmaz. Yolsuzlukları, hırsızlıkları önlemek için bütün nefretiyle ayağa kalkmayan bir toplumun da geleceği aydınlık olamaz.