Başbakan Erdoğan, “Kürt Açılımı”ndaki alışkanlıkla, kendi seçtiği ve danışmanlarınca davet edilen “Gezi Parkı Akilleri”yle görüştükten sonra, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik konuyu referanduma götürebileceklerini açıklamıştır. Daha sonra da referandum konusu çeşitli kesimlerce bilinçsiz bir biçimde dile getirilmiştir.
Başbakan Erdoğan, “Kürt Açılımı”ndaki alışkanlıkla, kendi seçtiği ve danışmanlarınca davet edilen “Gezi Parkı Akilleri”yle görüştükten sonra, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik konuyu referanduma götürebileceklerini açıklamıştır. Daha sonra da referandum konusu çeşitli kesimlerce bilinçsiz bir biçimde dile getirilGemiştir.
Gezi Parkı’nın gerçek temsilcileriyle yapılan olaylı görüşmede de Başbakan Erdoğan, üst mahkeme kararını kastederek, “Yargı sonucunun bekleneceğini, ancak yargı ne derse desin konuyu referanduma götüreceklerini” açıklamıştır.
Referandum olmaz
Türk Hukuk sisteminde referandum bir istisna dışında yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile parlamenter demokrasi ve buna bağlı olarak temsili sistem kabul edilmiştir.
Bilindiği gibi temsili sistemde yönetme işlevi, seçmenlerin seçtiği temsilcilere devredilmektedir. Erkler ayrılığına göre oluşan yasama, yürütme ve yargı organları da, kendi alanlarındaki yetkileri “Türk Ulusu” adına kullanmaktadırlar.
Sistemin hukuksal düzeni anayasa ile kurulmaktadır. Seçmen ve temsilcilerinin ödev, görev ve yetkileri anayasalarda belirlenmiştir.
Temsili sistemi kabul eden bir anayasada, yönetme yetkisinin halkla paylaşılması için istisnai düzenlemenin yapılmış olması gerekmektedir. Siyasal sistemdeki vekâlet, bürokrasideki vekâlete benzemez ve asil vekilin yetkilerine sahip olamaz.
Nitekim Anayasa’nın başlangıcında, ulusal egemenliği ulus adına kullanacak hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasa’da gösterilen özgürlükçü demokrasi ve bunun gerekleriyle belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı belirtilmiştir.
Yine Anayasa’nın 6. maddesinde, hiçbir kimse ya da organın, kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı açık biçimde kurala bağlanmıştır.
Anayasa’da organ ve kurumların görev, yetki ve sorumlulukları düzenlenmiş; ancak konu, karar ya da yasaların halkoyuna sunulacağına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Anayasamıza göre seçmene yeniden dönüş, ancak erken seçim kararıyla “güvenoyu” istemek anlamında olabilir.
Bunun tek istisnası anayasa değişikliğine ilişkin yasalarda görülmektedir. Anayasa’nın 175. maddesinde, Anayasa’da değişiklik yapan yasaların, TBMM’nde 330-366 oy aralığında kabul edilmişse zorunlu olarak; 367 ve daha çok oyla kabul edilmişse takdire bağlı olarak Cumhurbaşkanı’nca halkoyuna sunulacağı (referandum) yazılıdır.
Yani Anayasa’daki değişiklik bile, 367 ve üzeri oyla kabul edilmişse halkoyuna götürülmeden yürürlüğe girebilmektedir.
Yinelemek gerekirse, yukarıda açıklanan istisna dışında, Anayasa’da herhangi bir konunun, Bakanlar Kurulu ve TBMM kararlarının ya da yasaların halkoyuna sunulacağına ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır.
Siyasal iktidarın, “Ben bir yasa çıkarır, Gezi Parkı sorununun halkoyuyla çözümlenmesini öngörebilirim” yaklaşımı varsa, bu da hukuksal değildir. Çünkü Anayasa’nın 11. maddesine göre “yasalar Anayasa’ya aykırı olamaz” ve Anayasa’da öngörülmeyen bir yetkinin kullanılması, Anayasa’nın 6. maddesine aykırı olur.
Yargı kararı referandumla etkisizleştirilemez
Başbakan Erdoğan’ın ve AKP sözcüsü Hüseyin Çelik’in, alt mahkeme kararını temyiz edeceklerini, ancak üst mahkemeden ne karar çıkarsa çıksın, konuyu referanduma götüreceklerini söylemeleri ise hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesine aykırıdır.
Anayasa’nın hâlâ yürürlükte olduğunu varsayarak bir kez daha anımsatalım: Anayasa’nın 138. maddesinde; yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararına uymak zorunda oldukları, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremeyecekleri ve yerine getirilmesini geciktiremeyecekleri kurala bağlanmıştır.
Öte yandan, alt mahkemenin Gezi Parkı ile ilgili olarak verdiği yürütmeyi durdurma kararı, Sayın Başbakan tarafından eleştirilmiştir. İsterleri doğrultusunda verilen kararları alkışlayıp, “bu yargının işi, yargıya karışamayız” diyenlerin, aykırı kararlarda mahkemeyi eleştirmelerini yalnızca not etmekle yetinelim.
Ama daha önemlisi bu söylemin, temyiz aşamasında olan bir davada üst mahkemeye “talimat” ya da daha açığı “gözdağı” niteliğinde olduğunu vurgulamak gerekir. Oysa yine Anayasa’nın 138. maddesinde, hiçbir organ, makam, merci ya da kişinin yargıçlara emir ve talimat veremeyeceği, tavsiye ya da telkinde bulunamayacağı açıkça yazılıdır.
Yargı kararının halkoyuyla etkisiz kılınması, çağdaş demokratik toplumların kabul ettiği hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmaz. Ne var ki siyasal iktidar, Anayasa’yı yok sayarak hukuk devleti ilkesini ihlal etmeye alışmıştır. Bilindiği gibi kısa bir süre önce, özelleştirmeler ile ilgili olarak verilen yargı kararlarını etkisizleştirmek için Bakanlar Kurulu’na yetki veren bir yasa çıkarılmasından çekinilmemiştir.
Kuşkusuz siyasal iktidar, her zaman yaptığı gibi, “Anayasa ne derse desin, ben bir yasa çıkarıp fiili durum yaratırım” düşüncesine sahiptir. Bu konuda Yeni Anayasa Mahkemesi’nin “ayak bağı” olmayacağına da güveni tamdır.
Seçim sistemi güvenli değil
Durum böyle olunca, bir konu üzerinde daha durmak Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği yönünden yararlı olacaktır. Bilgisayara dayalı seçim yöntemi, uzmanların belirttikleri gibi, dışarıdan müdahaleye açıktır. Yani bir program yüklemesiyle, herhangi bir siyasal partinin oyları gerçeğin üzerinde gösterilebilmektedir.
Sistem, hem seçmen listelerinin oluşturulması hem seçim sonuçlarının saptanıp ilan edilmesi yönünden siyasal iktidara bağımlıdır. Anayasa’ya göre Yüksek Seçim Kurulu’nca yapılaması gereken iş ve işlemler siyasal iktidara bırakılmıştır. Seçmen listeleri İçişleri Bakanlığı’nca düzenlenmekte, seçimlerin sonuçları Adalet Bakanlığı’na bağlı UYAP bilgisayar sisteminde belirlenmektedir. Bu yönden sistemin güvenli olduğundan söz etmek olanaksızdır. Referandumda da aynı seçim yöntemi uygulanmaktadır.
Bu konuda internette dolaşan bir bilgiyi paylaşmak yararlı olacaktır.
Time Dergisi’nden Edwards Hammington'un haberine göre 3. dünya ülkelerinde yapılan seçimler ya da referandumlarda oylarla oynanmaktadır. Bu da, oyların toplandığı merkezlerdeki bilgisayarların, genel seçimlerde bir siyasal parti, referandumlarda ise “evet” ya da “hayır” oyları lehine önceden ayarlanmasıyla (örneğin önceden % 10 eklenmesiyle) yapılmaktadır.
Bu % 10’luk şişirme genelde, son 10 yılda vefat etmiş seçmenlerin hayali oyları ile kapatılmaktadır. Vefat edenlerin oy pusulaları il ve ilçelere gönderilmemekte, oyların toplandığı merkezlerdeki bilgisayarlara daha önce kaydedilmektedir; seçim sonucunda ise il ve ilçelere kayıtlar üzerinden dağıtılmaktadır.
Edwards Hammington bunun son olarak uygulandığı ülkenin Türkiye olduğunu bildirmektedir. Hammington’a göre, Türkiye’de yapılan son referandumda % 48 olan EVET oyları bilgisayar yazılımı ile % 58’e yükseltilmiştir. Eğer bu oyun gerçekleştirilmemiş olsaydı, HAYIR'lar % 52 olacak, EVET'ler ise yüzde 48’de kalacaktı.
Nitekim bilgisayara dayalı seçim sistemi güvenilir olmadığı için ABD, Almanya ve Yunanistan’da terk edilmiştir.
Böyle güvensiz bir yöntemle referanduma gidilmesini kabul etmek, baştan kaybetmek anlamına gelecektir.
Kamuoyu yoklaması
Son olarak vurgulamak gerekir ki, 3 Temmuz 2005 günlü, 5393 sayılı Belediye Yasası’nın 15. maddesinde, belediyelerin“belde sakinlerinin belediye hizmetleriyle ilgili görüş ve düşüncelerini tespit etmek amacıyla kamuoyu yoklaması ve araştırması” yapabileceği belirtilmiştir. Bu maddeye dayanarak belde belediyesi, Gezi Parkı’na “Topçu Kışlası” yapılması için kamuoyu yoklaması yapabilir.
Ne var ki, artık konu Gezi Parkı sorunu olmaktan çıkmış; 11 yıldır haksızlığa uğrayan, Atatürkçü siyasal sistemi ve özgürlükleri elinden alınan, Türkiye Cumhuriyeti’ni İslami cumhuriyete dönüştürmek isteyen, siyasal İslam’ı egemen kılmaya çalışan baskıcı bir iktidara karşı topyekûn direnişe dönüşmüştür.
Bu durumda, irticanın simgesi olan bir kışlanın yeniden yapılmaya çalışılmasında ısrar, gerçek niyeti göstermesi yönünden önemlidir. İrtica ile mücadelenin suç sayıldığı ve bu mücadeleyi yapanların tutuklandığı bir ülkede yaşadığımız düşünülürse, irticanın simgesi olan bir kışlanın neden yapılmak istendiği daha iyi anlaşılabilir.
Bu maddeye göre yapılacak kamuoyu yoklaması bir halkoylaması (referandum) değildir. Halkoylaması (referandum) ancak anayasa değişiklikleri için geçerlidir; seçimlerdeki yönteme bağlıdır. Kamuoyu yoklamasının belirli bir yöntemi yoktur.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in Kızılay yaya trafiğinin yeniden düzenlenmesi için Yüksek Seçim Kurulu’nu devreye sokarak yapmak istediği kamuoyu yoklaması, Kurul tarafından kabul edilmemiştir. Bunun üzerine, Belediye Başkanı, kendi kurduğu sandıklarda, varoşlardan ve kendi güçlü olduğu ilçelerden taşınan kişilerle kamuoyu yoklaması yapmıştır.[1]
Bu örnek, Topçu Kışlası projesi için yapılması düşünülen kamuoyu yoklamasının ne sonuç vereceğini göstermesi yönünden önemlidir.
Kısaca Yüksek Seçim Kurulu kamuoyu yoklamalarında devreye girmeyi kabul etmemektedir. Kurulun karar ve genelgeleriyle bu yol kapanmıştır.
Bu nedenle kamuoyu yoklaması güvenilir olmaktan uzaktır. Halkoylamasında kullanılan sisteme bile güvenilmezken, kamuoyu yoklamasının yapılacağı yönteme güvenmek tümüyle olanaksızdır.
Kuralda, kamuoyu yoklamasının belde sakinleri arasında yapılacağı vurgulanmaktadır. Belediye Yasası’nın 3. maddesine göre “belde” belediyesi bulunan yerleşim yeri” olarak tanımlanmıştır. Bu durumda, Topçu Kışlası için kamuoyu yoklamasının Beyoğlu Belediyesi’nce ve bu belediye sınırları içinde yaşayan kişiler arasında yapılması yasal gerekliliktir. Peki, Türkiye’yi ayağa kaldıran son damla olan bu irticai projenin gerçekleştirilmesinde yalnızca bir belde sakinlerinin kabulü nasıl yeterli görülecektir? Onun ötesinde bir kamuoyu yoklamasına da yasa izin vermemektedir.
Ayrıca bu konudaki bir kamuoyu yoklaması “İrticanın simgesinin yapılmasını istiyor musunuz?” sorusu temelinde yapılandırılacaktır ki, laik demokratik Cumhuriyet ilkesini kabul etmiş bir anayasaya göre böyle bir yoklama yapılması olanaksızdır.
Belediye Yasası’nda öngörülen kamuoyu yoklaması hukuk devleti ilkesi zedelenmeden kullanılmalıdır. Yani ancak yargının karara bağlamadığı konularda kamuoyu yoklaması yapılabilir. Tersi durumda yukarıda açıklandığı gibi yapılan iş, yargı kararını etkisiz kılmak anlamına gelir ki, bunu hukuk devleti ilkesiyle bağdaştırmak olanaksızdır.
Başbakan Erdoğan, “Tabii burada yürüyen bir idari mahkeme var. Bunun da neticesini görelim istiyoruz. Takip edeceğiz”[2] diyerek, dava lehlerine sonuçlanırsa kamuoyu yoklaması bile yapmaya gerek görmeyeceklerini anlatmak istemiştir. Bu yola, ancak yargı temyiz aşamasında düşünceleri aleyhine bir karar verirse, yani alt mahkemenin verdiği “yürütmeyi durdurma kararını” onarsa başvurulacağının altı çizilmektedir ki, bu da yargı kararına ne kadar saygılı olunduğunun açık göstergesini oluşturmaktadır.