Esma'ya değil, Müslüman Kardeşler'e ağladı

Başbakan Erdoğan'ın ağladığı Esma değildi, Esma'nın babasının da önemi yoktu. Müslüman Kardeşler için ağlıyordu Başbakan. Fırsat bulmuş, Esma'ya yazılan mektubun arkasına saklanmış en büyük destekçisi Müslüman Kardeşler'in yenilgisine ağlıyordu.

Dilek Yaylalı, 26 yaşında hakim adayı bir genç aydınımız. HSYK denilen imam topluluğu, tayt giyiyor, alkol kullanıyor diye Adalet Akademisi'nde staj yaptığı sıralarda "kademe ilerlemesi" cezası veriyor. Tabii bunu tayt ve alkole bağlamıyor, Adalet.org sitesindeki yazısına bağlıyor. Sonra da hakim olamayacağını kendisine bildiriyor. Sevgili Dilek alıyor bir şişe içki, avuçluyor depresan ilaçlarını ve hoşça kal hayat sana teslim olmayacağım diyor Virginia Wolf gibi ve hayat ile anlaşmasına son veriyor.

İntihar deyince herkesin suratında bir müstehzi gülüş belirir. Dünyanın en zor kararıdır intihar. Öyle köprü üzerine çıkıp da polis çağırmaya, ilaç içtikten sonra telefon edip ölüyorum demeye, nişanlı gelmeden damdan inmeyeceğim çığırtkanlıklarına benzemez. Borcumu affedin ben de intihar etmeyeyim de uymaz. Zor iştir. Herkesin aklından defalarca geçmiştir, geçmedi diyen yalan söyler.

Resmine bakınca göreceksiniz, aydınlık, dünya güzeli bir surat. Artık yok. HSYK bir topluluk, kimse bireysel olarak vicdan azabı duymayacak. Zaten faşizmde böyledir, topluluklar kişi psikolojisiyle hareket ettiği için, bireysel töhmet altında kalmak yoktur. Bir amaç vardır ve bu amaca giden her yol "mubahtır".

Ama Başbakan Mısırlı Müslüman Kardeşler liderinden birinin kızı için televizyonların karşısına geçip, tüm ulusun önünde ağlıyor. Bunu neden yapar bir başbakan? Bu ülkenin çocukları öldüğünde koyun sayar gibi bir, iki, üç, dört diye sayan, Ali İsmail Korkmaz'ın dövülerek öldürülmesini "arkadaşları dövmüştür" gibi gösteren, Ethem'in vuruluşunda polisin "meşru müdafa" yaptığını savunan bir Başbakan, neden Esma için ağlar?

Gidip evinde, odasında ağlamaz da, bilmem kaç milyonun önünde ağlar? Bu ne çarpık bir duygu sömürüsüdür, ne çarpık bir insan algılamasıdır.

Sözün bittiği yer lafı da ağırlığını kaybetti artık. Sözler çoktan bitti, kullanacak kelime kalmadı. Şairler bile kelimelerin üzerine ne kadar anlam yükleseler; Ali İsmail Korkmaz'ın ölümünü anlatamazlar. 

Ama bir Başbakan çıkıp televizyonlara Mısırlı bir kızcağız için ağlar; yalakalar da bunu döndürür döndürür gösterir. Bir yürekli gazeteci de çıkıp, "Ali İsmail Korkmaz veya Ethem Sarısülük için de üzüntülerinizi bildirmeniz gerekmez miydi," diye soramaz. Sorarsa işinden olur. İşinden olmaktansa onurundan olmak bu ülkenin artık bilinen destanları arasına girmiştir.

Konuyu milyonlarca cümle ile anlatsanız bile, bu insanları ikna etmek mümkün değil. Bunun nasıl bir siyaset anlayışı olduğunu da anlayamayız. Bir buçuk milyon Iraklı vatandaş çoluk çocuk demeden öldürüldüğünde Başbakan'ın çıkıp da ağladığını gören olmadı. Ama Müslüman Kardeşler'in liderlerinden birinin Başbakan'ı bu kadar duygusallaştırması dikkat çekici. Bence asıl onu ağlatan Esma değildi, Müslüman Kardeşler'in topyekün dünya terör listesinden çıkmasıydı.

Ağladığı Esma değil, Esma'nın babasıydı, Müslüman Kardeşler'di.