Camiie evet...

İbrahim Karamemet

Camii mimarisinde de tektipten kurtulmak gerekir.

Son günlerde uluslararası mimarlık ortamı bir Türk mimarının başarısıyla çalkalanıyor. Birçok uluslararası ödülü olan mimar Emre Arolat son olarak mimari ödüllerin Oscar’ı olarak tanımlanan dünya mimarlık festivali birincilik ödülünü aldı. Bu ödül  bir cami projesi ve yapımı ile geldi. Büyükçekmece’de otoyolun yanında ancak kırsal bir topoğrafyada Sancak ailesine ait Sancak Vakfı tarafından yaptırılan camii bir mimarlık başyapıtı ve ezber bozuyor. Mimarlıkta  en önce işlev, kullanım ve anlam gelir ondan sonra görsellik ve gerekiyorsa gösteriş. İslam anlayışına göre Allahın evinde gereksiz gösteriş herhalde en son düşünülmeli, hatta hiç yer almamalıdır. Ancak çağlar boyu bunun tersi olmuştur. Güçlü monarklar en mütevazi dinlerden biri olması gereken müslümanlıkta bile yaptırdıkları ibadethanelerin  ihtişamı ile nam salmak yarışına girmişlerdir. Bu bir bakıma dini, dolayısı ile allahı kendi güç gösterisi için kullanmak anlamına gelir. Söylemeye gerek yok günahtır. Ama herşeye karşın özellikle müslüman Türk cami mimarisinde bu gösteriş içinde bile işlevsellik ön planda tutulmuştur. Mimar Sinan teknik dehasınının yanında daha çok bu nedenle ölümsüzdür. Çağlar boyu mimarbaşıdır.  Hristiyanlıkta, özellikle katolik mezhebinde ise  güçlü monarkların katedralleri daha neredeyse ortaçağdan başlayarak göğü tırmalayan anlamsız uzantılarla birer gökdelen olma yarışındadırlar.
Şayet  kullanıma anlamlı ve pratik bir işlev kazandıramazsanız yaptığınız iş mimarlık değil, sıradan bir yapı ustalığıdır. Mimarlık mesleği tarih boyunca bu yapı ustalığından gelişmiş evrinerek nitelik kazanmıştir. Anlamlı ve rafine yapılar inşaa eden ustalar zamanla mimar olarak adlandırılmıştır. Mimarlığın üniversitelerde bir disiplin olarak okutulması çok yenidir. Yirminci yüzyılın en ünlü  mimarı Fransız Le Corbusier ve  Meksikalı Luis Barragan mimari okumamışlardır ama, dünyanın en ünlüleridir. Bizdeki  doktoralı mimarların güzelim İstanbul’u ne hale getirdiklerine bakınca sanırım derin derin düşünmemiz gerekir. Hele hele beton Taksim ve boynuzlu Haliç metro köprüsü kuşkusuz bu doktoralı mimara çok kötü bir ün bırakacaktır. Tarihimizin en önemli camiin önündeki bir köprüye ancak böyle tüy dikilebilinir. Kibirle, gösteriş düşkünlüğü ile mimarlık olmaz. Bağnazlıkla da mimarlık olmaz. Çağı yakalamak, çağın işlevine  ve estetiğine uymak gerekir. Olsa olsa bu da ne denilen anlamsız anıtsal kütleler yaratırsırsınız. Hiçbir değişiklik yapmadan eskiyi kopya etmenin ise mimarlıkla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Bu tür mimari eserler ancak birer replica örneği olarak kalırlar. Bunu yaratan mimar da ancak kopyacıdır. Kopya ise hiçbir zaman aslına benzemez, güzel olmaz. Bunun en bariz örneği Ataşehir’de otoyol refüjüne inşaa edilen Mimar Sinan camiidir. Eğer o yoldan geçerseniz tam bir landuha olarak karşınıza çıkar. Her gün geçerseniz hergün bu çirkinliği görmek zorunda kalısınız. Tanrı saklasın bundan beter bir cami de Çamlıca’da yükselecek. İnanın ona vesile olanlar sevap işlemiş olmayacaklar.
İster inançlı olun, ister inançsız ya da başka bir inançtan, inkâr edemeyeceğiniz bir gerçek vardır. Din çok önemli bir sosyal olgudur ve toplum için gereklidir. Siz ateist olsanız bile din olgusunun sosyal önemini inkâr edemezsiniz, yok sayamazsınız. Bu nedenle ibadethanelere özen göstermek gerekir. İbadethaneler farkında olmadan insanların beyinlerine kazınan sembollerdir. Birbirinin kopyası olan ibadethaneler, birbirinin aynı kopya insan yaratır. Dolayısı ile dünyaya tek düze bakmaya neden olan ve gelişmeyi önleyen faktörlerden biridir. Aynı şekilde tek tip din anlayışı da insan aklına ve gelişimine aykırıdr. Nitekim tarih boyunca farklı dinler, bu dinlerin de farklı mezhepleri ortaya çıkmıştır. Yetmemiştir çeşitli tarikatlar belirmiş ve inanlar allahlarına değişik yollardan yürümüşlerdir. İnançlar dünyanın her yerinde değişiklik gösterirler. Kimse kimsenin inancına veya inançsızlığına karışamayacağı gibi ibadethane biçimine ve normuna da karışmamalıdır. Eğer bir alevi cemaat varsa , bu cemaatin ibadetine ve ibadethanesine karışmak en başta insanlık dışı bir saygısızlıktır. Bu türden dayatmaların, hele hele hile ve desise ile yapılıyorsa  sevap olmayacağı da bellidir. Eğer bu ülkenin yüzde doksandokuzu müslüman deniliyorsa. Bu müslümünların yüzde yirmi, yirmibeşi de Alevi-Bektaşi’dir. Bu çok büyük bir orandır. Alevi’nin ibadethanesine karışmak, onu tek tip dine zorlamak, üstelik zorbalık ve hiyle içerdiği için pek de savap sayılmayacaktır. Günümüzde Ebussud Efendi’yi ananların büyük çoğunluğunun pek de hayırla andığını iddia etmek pek mümkün değildir. Bu insanın insana hükmetmesi için karşısındakini tek tip kul haline getirmek anlamını taşır ki, her halde sevap olması bir yana, günahtır.
Aynı şekilde camii mimarisinde de tektipten kurtulmak gerekir. Eğer insan allahı ile başbaşa kalacak, ona ibadet edecekse, müslümanlıkta gerekmez ama, şayet bunu bir ibadethanede yapıyorsa, o binanın şeklinin bu ibadete etkisi ne olabilir ki.. Ama, bu ibadetin öncesi ve sonrasında gördüğü bir güzellik, bir yenilik, bir anlam onun ufkunu açabilir. O güzellik çevreye de başka bir anlam katabilir, en azından tek düzelikten arındırır. Yurdumuzda benim bildiğim alışılmışın dışında dört önemli camii projesi hayata geçti. Bunlardan üçü gerçekleşti. Biri ki, zamanının en önemli camii tasarımıydı, bağnazlığın kurbanı oldu. Karacahmet mezarlık alanındaki Şakirin Camii önemli. Bir gün kalabalık cenaze törenlerinin telaşı dışında vakit ayırır da gidebilir, incelerseniz, eminim tek tip dışında da camii, hem de çok daha anlamlı nasıl olurmuş anlarsınız. İnanç bağınız yoksa bile o yapıtın size birşeyler kattığını duyumsarsınız. Bir diğeri Giresun Keşapta, bir gurbetçinin yaptırdığı Baytemur camii. Bir köy cami.Bu cami yüzünden Karadeniz bölgesi birbirine girmiş, hala tartışmalar bitmiş değil. Niye ki?.. Çok güzel bir cami. Anadolu’nun ilk Türkleri olan Selçukluların  cami tarzını andırıyor.  Tek farkı tamamen beyaza boyanmış olması, o da bulunduğu çevreye çok uymuş. İşte tek tipliliğin getirdiği tipik bir cahillik, eksiklik ve estetik yoksunluğu. Anadoluda’ki asıl atalarımız Selçuklulardır. Selçuklu cami mimarisi, yapılagelen çirkin kubbeli, garip minareli aslına benzemeyen Osmanlı taklitleri yüzünden unutulmuştur. Atalar deyişini hatırlayalım. Aslını inkâr eden namerttir. Yolunuz düşmese bile internete girin bakın. Hoş bir ilâhi görüntüyle karşılaşacaksınız.  https://twitter.com/kaanturhan28/statuses/295670454805467136
Bağnazlığın kurbanı olan proje ise gene çok önemli mimarlarımızdan Vedat Dalokay’ın Kocatepe camii projesi. Örümcek kafalılar bu projeye itiraz ettiler ve yerine hiçbir özelliği olmayan Kocatepe camiini yaptılar. Kendini göstermekten adeta utanarak küçülmeye çalışan bir başka landuha. Büyüklüğüne rağmen yanından geçerken bile fazla ilgi çekmiyor. Oysa Vedat Dalokay’ın camii uluslararası bir olaydı ve Türkiyenin en modern şehri başkent Ankara’ya yeni bir simge olarak yakışacak bir anıttı. Dalokay’ın projesine anında Pakistan sahip çıktı. Şimdi İslamabad’ı süslüyor o camii. Güzelliği, büyüklüğü ve işlevi ile yalnız İslamabad’ın değil Pakistan’ın simgesi olarak dikkat çekiyor. Şimdi sormak isterim, Pakistanlı müslümanlar bizim kadar müslüman değiller mi?.. O camii yaptırmakla günah mı işlediler.. Dalokay’ın projesini engelleyenler Ankara’yı bu camiden mahrum edenler sevaba mı girdiler?..
 
Bu ülkede yaşayanların yüzde doksandokuzu müslümandır deniyorsa şayet, eğer gerekiyorsa elbette cami yapılacaktır. Dünyadaki müslüman ülkelerin tümünde nüfusa oranla en çok cami olan ülke Türkiye. Camii enflasyonu yaratmak dinî bir görev midir ki?.. Tekrar soruyorum digger müslüman ülkeler yeterince dinlerine bağlı değiller mi? Günâhkarlar mı?.. Eğer gerekmiyorsa cemaatin cem olduğu bir allah evinin, bir ibadethanenin, sırf gösteriş için anıt olarak yapılması allaha ve müslümanlığa hizmet midir?.. Yoksa israf ve günah mıdır, düşünmemiz gerekir. Ama bütün bunlara rağmen gerekiyorsa yeni camii de yapılmalıdır.
Bu ülke vatandaşlarının binde biri hristiyansa elbette kliseler açık tutulacak, yetmezse yeni yapılacaktır. Bu ülkede yaşayanların onbinde yarımı Musa dininden ise doğaldır ki, sinagoglar olacaktır. Eğer fazla ise, fonksiyonu kalmamamışsa kapanacak belki başka amaçlarla kullanılacaktır. Bunun en güzel örneğini de gene yahudi cemaati verdi. Karaköy’de cemaati kalmayan Zülfaris Sinagogu cemaat tarafından müzeye çevrildi. Olağanüstü bir işlevleri yerine getiriyor., tarihe ışık tutuyor, bu topraklardaki yahudiliğin retrospektini sergiliyor. Pek de belirtilmeyen adeta saklı kalmış çok önemli bir işlevi daha var bu müzenin. Sergilediklerinin sonucunda anlıyorsunuz ki, bir monarşi, üstelik büyük bir imparatorluk olan Osmanlı döneminde dahi demokrat olma ve başkalarının inançlarına ve başka cemaatlere gösterilen (hoşgörü demeyeceğim, içinde kibir ve ayrımcılık taşır) saygıyı, yani demokratlığı da gözler önüne seriyor. Sadece Osmanlı’daki Yahudi tarihi sergilenmiyor orada. Osmanlının bir başka dine karşı tutum ve davranışı beliriyor orada. Ve bizi günümüzden utandırıyor.
Dindeki değişim, gelişim ve başkalaşımlardan korkmamalıyız. Hatta dinsizden bile korkmamalıyız. Bir insan mangal gibi yürek, bütün dünyayı kaplayacak bir vicdana sahip değilse dinsiz olamaz. Çünkü, her an kendi vicdanıyla başbaşadır. Yanlış yaparsa kendi ağırlığı altında ezilir.
Her yere camii yapılacak, illaki aynı formda yapılacak diye ısrar etmek nasıl bir psikolojinin, nasıl bir anlayışın ürünü olabilir. Aynı şekilde herkes din dersini alacak demek neyin sonucudur, ne getirir, ne götürür?.. Bu korkular yersiz despotlukları, anlamsız çirkinlikleri yaratmaktan başka hiçbir şeye yaramaz. Lütfen internetten inceleyin Emre Arolat’ın Sancaklar Camiini. Yaptığı işin güzelliği bir yana koca koca  beton kubbeler, heyhula kitleler yığmanın dışında ne kadar anlamlı, ne kadar işlevsel, ne kadar güzel ve ne kadar ilahî olduğuna kendiniz karar verin.
Ve eğer Taksim’e cami gerekiyorsa Taksim’e de yapılacaktır. Bunu belki en çok camii yıkan  döneme imzasını atan AKP hükûmeti bir günah çıkarma, bir propaganda bildirgesi olarak yapmak isteyebilir. Ama ne yaparsa yapsın o koskoca beton alanın suçunu atamaz üzerinden. Bir zamanlar Karaköy’de çok şık küçük bir ahşap cami vardı. Yaşım uygun ama, pek anımsıyamıyorum. Resimlerinden görmek mümkün. II. Abdülhamit tarafından sarayın başmimarı Raimondo D’Aronco’ya yaptırılmış. Adnan Menderes tarafından meydan genişletilmesi sırasında yıktırıldı. Hunharca yıktırılmadı, tek tek parçaları saklandı, Kınalıada’ya yeniden kurulacaktı. Ama taşıyan mavna yan yattı cami sulara gömüldü. Şimdi belediye meclisi bir replikasını yeniden inşa etmek kararı almış. Zaten sıkışık olan Karaköy Meydanı’nın neresine tıkıştırılacak kim bilir. Oysa o camii Taksim Meydanı’nın çirkin betonunu bir nebze olsun örtebilir, bir güzellik yaratabilir. Landuha ve çirkin kışla AVMnin yerine şık bir unsur olabilir. O cami yapıldığında Karaköy Meydan’ı şehrin merkeziydi. Şimdi ise şehir merkezi Taksim. Hem böylece AKP nin Osmanlı’ya prim verme kompleksini de yerine getirebilir. Kimsenin aklına gelmedi mi ki. Eğer Taksim’e cami gerekiyorsa ve eğer Karaköy camiini tekrar yapmak gibi bir şov yapılacaksa bence en uygunu Karaköy camiini Taksim’e yapmaktır. Böyle bir cami yapımına evet diyorum. Emre Arolat gibi anlamlı modern cami yapımına evet diyorum. Baytekin cami gibi köy camiine evet diyorum. Ama yeter artık, heyhüla beton kitleleri arabesk süslemelerle büsbütün çirkinleştirip bize allahın evi diye kakalamayın.
http://www.arkiv.com.tr/proje/sancaklar-camisi/2049-bir-
 
http://www.arkiteka.com/etiket/index/detay/sancaklar-camisi/4594ul-daha/17673