O denli karışık ki durumlar. Yazıya başlıyorum, yarısına kadar geliyorum ve yarım bırakıp bir şehit cenazesine koşuyorum. Dönüyorum. Yazı bekliyor. Virgülden itibaren devam ediyorum. Sonra emniyetten, adliyeden çağırıyorlar. Bilmem kime hakaret etmişim. Bilmem kimin rantına engel olmuşum, bilmem hangi avukat hakkında şikayetçi olmuş, bilmem hangi personelciyle ilgili paylaşımlarımda hakaret varmış… vb, vb…
Sonra her şey anlamsız geliyor. Ellerini öptüğüm şehit babası, annesi geliyor aklıma. Evlatlarını toprağa vermiş bu insanlar varken, Vatan söz konusuyken yazacaklarımın hepsi anlamını yitiriveriyor.
Ama Vatan ve vatan uğruna şehitliğe aday TSK mensupları ve bilhassa 3269 sayılı uzman erbaş kanununa göre çalışan uzman çavuşlar söz konusuyken… Diyorum ki hırsla: “YAZMALIYIM…”
Tam yazının ortasında, gecenin tam yarısı telefonuma bir mesaj daha geliyor… “Dayanamıyorum, ölmeyi düşünüyorum” yazıyor mesajda. Daha birkaç gün önce ifade vermeye gittiğim konuyla ilgili. İlişiği kesilmiş bir uzman çavuş yazmış mesajı. Arayıp: “dik dur, sen devletin gazisi olacaksın, bu günler geride kalacak” diyorum. Kendisi konuşamıyor. Terörle mücadele ederken, konuşamamaya başlamış bir anda. Kekeleyip duruyor. Konuşamadığı için, bana cevaben mesaj yazmış sonra. “Dik duracağım…” diye.
Gazi adayımızın bu mahkemesi de devam ediyor. Gazimizle ilgili, personelcisinin benim aleyhime açtığı iki dava da devam ediyor. Yargı süreci sona erdiğinde, bana açılan bu dava belgelerini sizlere yayınlayacağım. Ayrıca daha yayınlayacağım çok şeyler de olacak. Ve o zaman, rantlarına engel olduğum ve bizi susturmak için bu davaları açanlar “biz ne yaptık” diyecekler.
Temsil ettiğimiz camianın haklarını aramak için, sizlere sosyal medya profillerim üzerinden, hukuk müşavirlerimizden aldığımız çeşitli bilgileri paylaştığımız için, ismi lazım değil bir avukat hanım aleyhime dava açmış. Kaybettiği davanın sonucu, savcılıktan bu günlerde eline ulaşmıştır. Önümüzdeki günlerde o davanın da içeriğini, suç teşkil etmeyecek şekilde paylaşacağım.
Buraya kadar özetlemem gerekirse; bizler heyecanla, şevkle, planla ve hırsla mücadele ederken, arkadaşlarımızı bilinçlendirmeye çabalarken, başı dara düşene koşarken… verdiğimiz bu mücadeleden rahatsız olan mihraklar her an saldırıdalar. Onlar bu yazımı da “suç teşkil eden cümle bulmak için” dikkatle okuyorlardır. Ama her vatandaşın bilmesi gereken kadar hukuk biliyorum ve o şekilde yazıyorum yazılarımı, yayınlamadan önce, hukuki görüş ve onay da alıyorum.
* * *
Sizin birkaç dakikada okuduğunuz bu yazımı, ben birkaç günde yazmak zorunda kaldım. Şehit ve gazilere, geride kalan ailelere koştum sıkça. Orada siyasi liderleri de gördüm, gözlerine bakarak gerekenleri de sordum. Şimdi buradan da soruyorum:
Ülkemiz fidanları toprağa verirken, sizler birbirinizle sürekli bir kavga halindesiniz. koalisyon olacak mı, seçim mi olacak. Kim hangi bakanlığı alacak, seçim ne zaman olacak… vb, vb, vb…
Şimdi bir de anketler yaptırmaya başlayacaksınız. Bilmiyorum o anketlerde neler soracaksınız. Durun sizin seçmenlerinizi yakından ilgilendiren birkaç soruyu ben sorayım.
Küçük bir anekdot: Geçtiğimiz dönemde, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın makamını heyetimizle ziyaretimizde kendisi demişti ki; “Bizim oy kaygımız yok, biz oy için hizmet etmiyoruz..” Bir çok konuda haftalık görüştüğümüz dönemlerde hep konuştuk, tartıştık. Kendisi de bu yazıyı okuyacaktır ve onaylayacaktır. Bana şunu demişti: “herkes bir yakının işi, ataması, okulu gibi şahsi işleri için geliyor. Sen de hepsine şahit oluyorsun. Sıra sana gelince hep elinde bir dosya, Uzman Erbaş Kanununun sorunlarını bıkmadan anlatıyorsun, çözüm istiyorsun. Bir gün de kendin için bir şey iste…”
Sayın Bozdağ dahil, görüştüğüm ve samimi olduğum onlarca vekillere sesleniyorum buradan. Şimdi her parti birkaç oyu dahi hesaplıyor. Ve bu ülkede en az 2 milyon Uzman Erbaş kanununa görev yapmış ve yapan uzman erbaşların, ailelerinin ve etkileyeceği akrabalarının oyları var. Bizlerin sorunlarını kim seçim beyannamesine koyarsa oraya yönleneceğiz, oylarımızı birleştireceğiz. Ki biliniz ki, birçok ilde sadece birkaç yüz oyla çok dengeler değişecek. Bizden söylemesi.
Çünkü biz, savaşın tam ortasında sözleşmesi bitenleriz. Siz taşeron işçilere, sözleşmeli zabıtaya, hasta bakıcıya kadro getiriyorsunuz ama her gün tabutları önünde, hakkınızı helal ettiğiniz şehitlerimizin silah arkadaşlarını görmezden geliyorsunuz. Yaşarken görmezden geldiğiniz, hasta olunca sizin yazdığınız kanunlara göre atılmasına göz yumduğunuz, kıdemini ve rütbesini görmezden geldiğiniz UZMAN ERBAŞLARIZ biz. Hatta, çarşılarda, bankamatik önünde ensesine sıkılan kurşunlarla biz giderken, önce vatanımızı sonra şahsi güvenliğimizi sağlayacak tabancamızı dahi bize parayla satıyorsunuz. Terör örgütü, uzman erbaşı kaçırıp serbest bırakınca, o dakika bizi kapının önüne koyuyorsunuz. (yazımın tam burasında, benim yazmadığım eksik bir cümle var. Benim dilimin varmadığı, sizin anladığınız) Ailemizle, evlatlarımızla terörle mücadele bölgesinde lojman vermediğiniz gibi, uzman erbaşın evine gidip, geceleri dahi olsa ailesini korumasına müsaade etmiyorsunuz. Bunun yerine en kolayını seçip, “aileni memlekete gönder” diyorsunuz. Benimle aynı dağlarda gezen, diğer personelin “aile bütünlüğü ilkesi” kapsamında o dağdan iki yıl sonra rahat bölgeye tayin ederken, benim ailemden ve büyüyen çocuklarımdan beş yıl ayrı kalmama göz yumuyorsunuz. Kıbrıs’a atanan subayımızın dayalı döşeli lojmanı tahsis ediliyor. Ve Kıbrıs’ta kaldığı süre için 1000 TL’ye varan ve hatta geçen “ada tazminatı” diye bilinen tazminatı veriyorsunuz. Gerekçesi, “orada geçim zor, ülkeden deniz aşırı uzakta” diye. Aynı mahrumiyete Uzman erbaş gidiyor ve aldığı tazminat 200 TL. Bu mu adaletiniz. Sizler bunlara göz yumuyorsunuz. Sorun bunları da anketlerde. Al bayrağa sarılı tabutlar önünde, hoca sorunca “Hakkınızı helal ediyor musunuz” diye… Ediniz. Ama orada yatana, yaşarken yaptıklarınızı da bir an düşününüz. Bir gün, bir şehidin babası çıkacak ve tokat gibi haykıracak size bunları. Zira, kendisi şehit, babası hala görevde ya da emekli olmuş uzman erbaşlar da var artık. Eşlerimiz de biliyor, yaşarken çektirdiklerinizi. Ve ben; Esef Merdoğlu… Bir gün öleceğim. Ölene kadar bunları her fırsatta haykıracağım. Sizlerin o hükümeti kurduğunuz gün, sizler vekil yemini ederken, biz de binlerce kişiyle, hukuk ve anayasal haklarımız çerçevesinde meydanlarda haykırarak yemin diyor olacağız. Haklarımızı alana kadar, eşlerimizle, çocuklarımızla bu davayı sürdüreceğiz diye…
Neden görmek istemiyorsunuz. Vatan sağ olsun diye, tereddüt etmeden şahadete koşan TSK’nın göz bebeği kahraman uzman erbaşların kanunu, insanlığa yakışmayacak şekildedir. Bunu, yüzünüze kaç kez anlattık. Çok mu zor? Allah aşkına çok mu zor? İnsana yakışır bir kanun yazmak. VATAN SÖZLEŞME İLE KORUNMAZ… dedik, diyoruz. Sizin zabıtanız, hemşireniz, öğretmeniniz, orman bekçiniz ya da sabah sekizde mesaiye gidip masa başında saat 17de mesai bitişini bekleyen memurunuz kadar değerli yok mu en çok ölenin ve ölüme en çok yakın olan uzman erbaşların. Ve siz belki de yarın, bu yazıyı okuyan 3269 sayılı uzman erbaş kanununa göre görev yapmış bir uzman erbaşın al bayrağa sarılı tabutu başında olacaksınız. Okuyorsunuz biliyorum. Ve varsa hala, sizi vicdanlarınıza havale ediyorum. Vicdanlarınız yoksa, kuvvetle muhtemel kurulacak sandıklara gelip oy verecek olan seçmenlere… Hiç birisinden korkuları yoksa eğer… belki bundan anlarlar: hesaplarını “yevme yekumü'l hisâb” (herkesin hesaba çekileceği büyük hesap günü)’nde, önden giden şehitlerimize havale ediyorum…
* * *
Not: sorulduğu her fırsatta: “onu verdik, bunu verdik. Çalışmalar devam ediyor…” şeklinde verilen cevaplar, hesap gününde sökmez haberiniz de olsun…