Metin Altıok’un Aşk da Geçer şiirinin bu dizeleri ile başlar.
Acıya, aşka ve kışa
Rengini savura savura,
Bozkır çiçeği
Kavrulur zamanla.
Selçuk Baran’ın 1979 Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda mansiyon aldığı, ancak 1987 yılında bastırabildiği Bozkır Çiçekleri adlı romanı Metin Altıok’un Aşk da Geçer şiirinin bu dizeleri ile başlar.
Anadolu’nun bozkırından tıp okumaya geldiği Ankara’da, babasını kaybetmesi ile evinin geçim yükünü sırtlamak zorunda kalan, belki de yirminci asrın son romantiği Seyfi’nin öyküsünü anlatır; Bozkır Çiçekleri. Geldikleri Ankara’da, şu sıralar devlet ile kentsel dönüşüm mücadeleleri verilen, 1970′lerde tuğla fabrikaları ve taş ocakları ile şehrin yukarıdan izlenebildiği, henüz kurumamış çeşmelerinden su içilen Dikmen’e yerleşir Seyfi’ ler.
Evini geçindirmek için ayniyat memuru olarak işe girdiği şirkette taşralılığın getirdiği çekingenliğini kitap alışverişleri dolayısıyla bağ kurduğu kadınlarla aşmaya çalışan Seyfi’nin karşısına birgün aşık olup hayatını birleştireceği Nurten çıkar. Hem de ne çıkış, onu azarlar tersler, kendisinden yaşça büyüktür ve müdürü ile ilişkisi herkesin dilindedir sekreter Nurten’in. Seyfi, kendisinden beklenmeyecek bir şekilde, ne bu yaş farkına ne de diğer söylentilere kulak asmayarak Nurten’e açılır, mücadele eder ve onu kendisi ile evlenmeye ikna eder, bu ve benzeri sözlerle:
“Düşün ki, ‘Biz yeni bir hayatın acemileriyiz!’ Ve, ‘Kimse karışamaz bizim suçsuzluğumuza.’ Bunu sakın, ama sakın unutma!”
Bu izdivacın ardından Seyfi yarım bıraktığı üniversite hayatına (yalnız bu sefer tıp değil daha sözel bir alanda) geri döner ve evin geçim derdini Nurten üstlenmeye başlar. Toplumsal hayattaki rollerin tersine döndüğü bu ilişkide Nurten Seyfi’ye aynı zamanda bir yol gösterici abla vazifesi de üstlenmeye başlar.
Tahsil hayatının yanısıra faydalarına olacağına inandıkları yabancı dil kursuna da giden Seyfi, burada belki de kendi gerçekleştiremediklerinin ideali tıp doktoru Müfit ile tanışır. Müfit toplumun alışkın olduğu doktorların aksine oldukça sosyal, felsefeye meraklı uçarı bir tiptir. Özellikle hocası Dr.Sabahattin Onur ile hayat ve felsefe üzerine sohbetleri okunmaya ve üzerinde düşünülmeye değerdir, tıpkı bu diyalogda olduğu gibi:
“Dünyanın en tehlikeli yolculuğu, on santimlik doğum kanalı boyunca yapılanıdır.”
Müfit ile ilişkileri Nurten’i de aralarına alan daha sıkı bir dostluğa dönüşür zaman içinde. seyfi okulunu bitirir artık, ancak Nurten ile olan ilişkileri hayatın sıradanlığına yenilip alışkanlığa dönüşmüştür. Askerlik için gittiği İstanbul’da ilişkileri geri dönülemez sona yaklaşır. Bunda Müfit’in etkisi var mıdır, sonu nasıl biter sizlere bırakalım yorumu:
“Hayattaki başarılar ancak başkalarının gözünü kamaştırır. Kendisiyle baş başa kaldığında, her insan başarısızdır.”
Selçuk Baran Bozkır Çiçekleri’nde yolları 70′li yılların Ankara’sında kesişen Seyfi’yi, Nurten’i ve Müfit’i anlatmıştır ama keşke o dönemin toplumsal politik ortamını da yansıtabilseymiş demeden geçemiyor insan.
“Haykırmalıyım,” diyerek başlamıştı yazmaya Selçuk Baran.“Söylemeliyim. Sonra da bu yetmemeli. Haykıracak sözüm olmalı. Haykırmalıyım. Ve söyleyecek sözüm başkaları için olmalı. Kendim için söyleyeceklerimi ancak çok sonra başkalarına duyurabilirim.”
Edebiyat biraz da bunun için var sanki, bizi o kargaşadan hayat gailesinden çekip farklı düşüncelere de sevkedebilmeli yazar. Mutlaka okuması gereken kitaplardan birisidir Bozkır Çiçekleri.
Kalın sağlıcakla.