Hem siz şehirden ne anlıyorsunuz, şehir kültürünüz ne kadar, şehirli ne demek biliyor musunuz?
Bu bir “Bir Başbakan Böyle Konuşamaz V” yazısıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Sayın Başbakanı geçen gün bir laf daha sarfetmiş ve “yeşile çok meraklıysanız, gidin ormanda yaşayın”, demiş. Bunu derdemez ortalık ayağa kalktı. Neredeyse “çapulcu” lafı kadar reyting aldı. Şimdi bu sözü iyi tahlil etmek gerekir, iyice tartıp inceleyip öyle hemen karşı cıkmamamak gerekir. Aynı başbakan ki, özetle yeşili benim kadar seven olmasın, ben yeşile hastayım demişti. Bunu hiç ama hiç gözden akıldan uzak tutmamamız gerekir.
Bunu söyleyen bir kişi bir hafta geçmeden, böyle bir laf ederse, ben doğal olarak bunu yeşile ve ormana saygı ve sevgi söylemi olarak algılamak durumunda kalırım. Ancak bu laf hiç de böyle algılanmadı, tam tersi tepki aldı. Bunun nedeni kuşkusuz zemin ve zaman sorunuydu. Söylenişindeki üslup sorunuydu. Böyle algılanmasına AKP ve Başbakan tarafından bir itiraz da gelmedi. Demek ki, niyet de algılandığı gibiymiş. Bu durumda ortada normal olmayan bir şey var demektir. Normal olmayan nedir? Sakın ha neyimiz normal ki demeyin.. Örneğin gençlerimiz çok doğru yolda.
Konuya bu açıdan bakmak niyetinde değilim çünkü, bu açıdan gidersek sonu gelmeyen yararsız bir polemiğe düşeriz. Çok daha somut tamamen yalın bir açıdan bakmak istiyorum, uygarlık ve uygar yaşama açısından ele almak niyetindeyim. Evet biz ormanda hem de seve seve yaşarız. Hem de en uygar şekilde yaşayabiliriz. O sizin orman benzetmesi yaptığınız orman içindeki Ortadoğu Teknik Üniversitesi Türkiye’nin en gözde yüksek eğitim kurumudur. Dünya sıralamasında çok yüksek puanı almış bir Türk Üniversitesidir. Orman içindedir. Sizin çok öğündüğünüz propogandasını bir türlü bitiremediğiniz Göktürk uydusunu tasarlayan ve üreten bir bilim yuvasıdır. Anlaşılan yeşile hastalığınız çabuk geçmiş, allah şifalar versin de. Bu öğüncünüz ki, gerçek bir öğünç ve bunun tamamı orman içindeki Orta Doğu Teknik Üniversite’sine aittir, bu öğünç ne çabuk uçtu gitti?.. Hangi akılla, hangi izanla bu kuruma tomayla, gaz bombasıyla, plastic mermiyle saldırıyorsunuz, anlamak mümkün değil.
Evet, bu ülkede ormanda, hem de en uygar şekilde, afiyetle yaşayacak ve bilim ve teknoloji üretecek önemli bir kesim var. Bilimi teknolojiye bir yana bırakın, orman köylüsünün bilgeliğine ve ferasitine ulaşmaya biraz yaklaşabilseniz bile zaten herşey normalleşir, sorunlar daha akılcı çözülülür. Ormanda insan gibi yaşayan insan şehirdekinden daha çok da, acaba şehirdekiler insanca yaşamayı biliyorlar mı?.. Yaşamayı bilen, bilse bile yaşayabiliyor mu?.. Sen devlet ve belediye olarak şehirlerde insanca yaşam sağlayabiliyor musun?.. Şehir demek dar sokaklarda çirkin beton aliminyum ve cam binalar demek değildir. Bir türlü yürümeyen trafik demek değildir. Bilinmek gerekir ki, yüksek bina yapmak bir marifet değildir. Karayolu kavşağının refüjüne otuz kat binayı dikmek şehirleşme değildir. Türkiye insanının her türlü halini ortaya koyacak en önemli turnosol kâğıdı trafiktir, özellikle şehir trafiği. Kartal’dan İstanbul’a çalışmaya giden bir kişi sabah ister kendi aracıyla, ister toplu taşımayala olsun en az iki saatini yolda binbir tehlike içinde geçirmek zorunda, iki saat de akşam dönerken, eder dört saat. Üstelik stres içinde geçer bu dört saat. Ee günlük mesai sekiz saattir. Bu stresi yaşayandan ne verim bekleyebilirsiniz?.. Benim öğrenciliğimde Ankara’nn bir ucundan bir ucuna yürüyerek en uzak noktaya yarım saatte gidilirdi. Melih beyin şehir içi otoyolları bu olanağın önünü kesti. Şimdi Ankara bile ulaşımda bir dert yumağı, ömür yollarda geçiyor. Bu insan merak etmeyin ormanda yaşamayı senin şehrinde yaşamaya yeğler.
Hem siz şehirden ne anlıyorsunuz, şehir kültürünüz ne kadar, şehirli ne demek biliyor musunuz? Üstelik doktoralı mimar belediye başkanımız meydanda ağaç olmaz buyurmuş. Pek de haksız değil, tarihi şehirlerin eski meydanlarında pek ağaç yoktur. Mesela Roma’da Piazza Navona veya Campo di Fiori gibi, her yıl tarihi bir gelenek olarak yapılan eğersiz at yarışlarının yapıldığı Siena meydanı, Londra’da Trafalgar meydanı, Moskova’da Kızıl Meydan gibi hemen çoğu ağaçsızdır. Çünkü geçmişinden öyle gelmiştir. Tarihi dokusu vardır bu meydanların ve bu dokuya el sürülmemiştir. Ama olan ağaç da oto yolu yapacağız diye kesilmemiştir. Örneğin Piazza Novona, Siena Meydanı, Kızıl Meydan adeta birer müze görünümündedir. Niçbiri Taksim meydanı gibi üçte biri betonla kapatılmamıştır, heykellerle anıtlarla süslüdür. Ve dahası Dünyanın en önemli ve en eski Meydanı olan Sultanahmet meydanı gibi tarihi bir alanın silueti gökdelenle bozulmamıştır hiçbir yerde. Ya da Roma İmparatorluğu’nun başkenti Konstantiniye’nin forumu, betondan çakma bir adalet binası yapacağız diye örtülmemiştir. Roma’da forum meydanı şehrin göbeğindedir. Ve Efesle kıyas edilemeyecek kadar küçük olmasına karşın, şehrin göbeğinde olduğu için yılda dört-beş milyon turist çeker. Bunlar tarihi meydanlar, yenileri ise havuzlar fiskiyeler ve ağaçlarla süslüdür, adeta birer park görünümündedir. Mimar Dr. dünyayı çok gezdi ama, pek iyi gözlememiş anlaşılan, bari kartpostallara baksın.
Şehir demek şehirliyi yok sayıp, idarenin şehirlinin alanını kanun dışı gaspetmesi demek değildir. Devletin idarecisinin, yani valinin aklına estikçe ikide birde şehirlinin parkını polis zinciriyle ablukaya alıp, şehirlinin parkını ona kapatmak değildir. Şehrin ana kültür ve eğlence caddesine bölük bölük müsellah polis ve zırlı araç yığıp korku salmak hiç değildir. Hele hele yürüyüş yapıyong, protesto ediyong diye polisi şehirlinin üzerine saldırtmak gaz fişeği ile adam vurmak hiç değildir. Şehirdeki bir polis, dağlı lan diye kadın, çocuk, ihtiyar demeden saldırmaz. Yerlerde adam sürükleyip tekmelemez.
Biz gerekirse ormanda da en uygar şekilde yaşar ve üretiriz ama, önce siz şehir ve şehirli ne demek onu öğrenin. Bunu önce belediye başkanlarınız ve valilerinz öğrensin ondan sonra bize mekân biçmeye kalkın. Ve hiç merak etmeyin biz nerede ne şekilde yaşayacağımızı biliriz. Bunu tayin etmek size düşmez.