Taksim Gezi Parkı'nda başlayan olayların ardından Türkiye günlerdir "çevreci" kavramıyla yatıp kalkıyor. Hükümet kanadından gelen açıklamalarda "çevrecilerin taleplerini dikkate alacağız" türünden vurgular dikkat çekiyor.
'ÇEVRECİ KARDEŞLERİM, GELİN BAŞBAKANINIZA'
Öyle ki olayları üç-beş ağacın kesilmesine gösterilen "çevreci" tepkilere bağlayan Başbakan Erdoğan önceki gün İstanbul'da gerçekleştirilen AB toplantısında yaptığı konuşmada, "Çevre hassasiyeti olan kardeşlerime sesleniyorum. Çevrecilik yapacaksanız gelin başbakanınızla yapın. Ben çevreciliğin ne olduğunu bilirim. Belediye başkanlığını yaptım. E5′in üzerindenki bütün ağaçlandırmaları ben yaptım" ifadelerini kullandı.
'ÇEVRECİNİN DANİSKASIYIM'
Başbakan Erdoğan'ın her açıklamasında Gezi Parkı'na ne yapılacağına ilişkin detaylar değişse de, çevrecilik konusundaki vurgusu hiç değişmiyor. Erdoğan, Türkiye'deki ekolojik yıkımın hız kazanmaya başladığı günlerde 2008 Ağustos'unda memleketi Rize'de yaptığı Bir başka konuşmasında HES karşıtlarına sert çıkmış ve "çevrecinin daniskasıyım" demişti.
FİDAN DİKEREK ORMAN OLUR MU?
İktidarın neredeyse bütün bakanlarının ve Başbakan'ın "çevrecilikten" anladığı, yerli yersiz dikilen fidanların, olur olmaz yapılan göletlerin sayısıyla orantılı bir kalkınma anlayışı. Fidan dikerek 'orman', gölet yaparak 'göl' oluşmadığından pek de haberdar görünmüyorlar. En azından yaptıkları açıklamalar bunun göstergesi. Çünkü orman da göl de bir çok başka etkenle bir araya gelerek oluşan ekosistemler. Ve oldukça kırılgan olan bu ekosistemler, insanın orantısız müdahalesi karşısında yaşamsal işlevini yitirme tehdidiyle karşı karşıya. Türkiye'nin son on yılda yaşadığı bu müdahale hiç abartısız "ekokırım" tanımıyla açıklanabilir düzeye gelmiştir.
Bunun detaylarını tek tek aktarmak yerine ülkenin dört bir yanından yükselen isyan dolu çığlıklara kulak kabartmak yeterli olacak.
BAŞBAKAN UZAYLILARLA MI KONUŞUYOR
Başbakan Erdoğan'ın tavrında kişiselleşen "çevreci" prototipinin bir çok yönüyle tartışılması, bugün Taksim'de yaşananlara da derinlemesine bir bakış açısı getirebilir. Çünkü günlerdir "bunlar ne istiyor" türünden dönüp duran bir sağırlar diyaloğuyla sanki kendi ülkesinin yurttaşlarına "uzaylı" mualemesi yapan bir iktidarla karşı karşıyayız. Bir başka deyişle Gezi Parkı'yla simgeleşen yaşam alanlarının fütursuzca yağmalanmasına karşı itiraz eden insanları anlamakta zorlanan Başbakan, "bunu nasıl düşünebilirler? Ülkenin her yanına duble yol yaptığımızı, her yere barajlar kurduğumuzu nasıl görmezler" diye düşünüyor.
'ÇEVRECİYİM' DİYEREK SÜRDÜRÜLEBİLİR YIKIMA FİT OLMAK
Semboller, aslın idealize edilmiş biçimleridir. Çevresi yağmalanmış bir ülkenin aslı olan "çevre" elinin altından kayıp giderken o ülkenin çevresine kıyanlar kendilerine "çevreci" yaftasını yapıştırmayı marifet sayması, kapitalistleşme uğruna "sürdürülebilir yıkıma" fit olmaktan başka bir anlam taşımaz. Başbakan bu anlamda "çevreciyim" derken aslında bu gerçeğin altını çiziyor. Ülkenin dört bir yanında direnen insanların bu gerçeği doğru biçimde kavraması, geleceğini tayin ederken ne tür politikalara onay vereceği, neye karşı çıkacağı açısından oldukça önemlidir.
OYUN DIŞINA İTİLEN MODERN İNSANIN DRAMI
Bir bakıma Anadolu'dan Amazon ormanlarına dünyanın dört bir yanında binlerce yıldır coğrafyanın verdikleriyle insan tarafından süzülerek yaratılan benzersiz kültür, 'medeniyet' ve 'kalkınma' uğruna yıkım nesnesi haline getirilmiştir. Binlerce yıldır ayrılmaz parçası olduğu ekosistem içinde kendisinin de kurgulama yetisine sahip olduğu oyunun içinde varlığını sürdüren insan, bugün, oyunu küresel oyun kurucular tarafından kurgulanan devasa bir oyunun içinde giderek silikleşen bir yaşamı sürdürmek zorunda bırakılmıştır. Öyle ki bu oyunun dışına çıkıp bir damla su bile içemez hale getirilen insan, kendi elleriyle yarattığı kaosun girdabında giderek daha da yalnızlaşan bir varlık halini almıştır.
EKOLOJİK BİR DEVRİM GEREKLİ!
Gezi Parkı'ndan yükselen isyanın altında bu yalnızlığa yönelen derin bir tepki olduğunu not düşüp Başbakan Erdoğan'ın kendisini daniskası olarak kodladığı "çevreciliğin" içeriği hakkında bir kaç cümle daha aktarmakta yarar var. Türkiye'nin ancak yıkımla karşı karşıya kaldığı son bir kaç yıldır tartışmaya başladığı ekoloji ve yeşil hareketi konusunda kavramsal çerçevede pek çok kitap yazan Murray Bookchin, çevresel bunalımın köklerinin bizzat bugünkü toplumun yapısında yattığını öne sürdüğü "Ekolojik Bir Topluma Doğru" (Ayrıntı Yayınları) başlıklı kitabında, toplumsal dünyayla doğal dünya arasında yeni bir denge yaratmak için gereken değişimlerin, toplumun ekolojik doğrulara göre temelden ve devrimci bir biçimde yeniden kurulmasını gerektirdiği görüşünü savunur.
ÇEVRECİLİK TAHAKKÜMÜN ÖNÜNÜ AÇMAYI GÖZETİR
Ekoloji'nin, insanın doğa üzerindeki tahakkümünün, insanın insan üzerindeki tahakkümünden kaynaklandığı sorununa vurgu yaptığına değinen Bookchin'in 'çevrecilik' tanımına ilişkin saptamaları, bu konudaki kavram karmaşasına yanıt verecek nitelikte: "Ekolojik bir toplumun sorunlarıyla başa çıkma çabasında 'çevrecilik' terimi bizi yanıltır. 'Çevrecilik' giderek daha çok araçcı bir duyarlılığı yansıtmaktadır. Bu duyarlılık çerçevesinde doğa sadece pasif bir yerleşim alanı, kullanım tarzlarının ne olacağına bakılmaksızın insan kullanımı için daha faydalı hale getirilmeleri gereken dışsal nesneler ve güçlerden oluşan bir yığın olarak görülür. 'Çevrecilik', salında 'doğal kaynaklar'la, 'kentsel kaynaklar'la ve hatta 'insan kaynaklarıyla' ilgilenir. Nixon bana göre doğayla yapacağı 'barış'ın yaşama ortamını en az bozacak şekilde doğal dünyanın yağması için üretim ve teknoloji (know-how) transferi elde etmekten ibaret olduğunu düşünen bir 'çevreci'dir. 'Çevrecilik', mevcut toplumun temelinde yatan insanın doğaya hükmetmesi gerektiği anlayışını sorgulamaz; aksine tahakkümün neden olacağı tehlikeleri azaltacak teknikler geliştirerek, bu tahakkümün önünü açmayı gözetir."
Başbakan Erdoğan, Nixon benzeri "ben çevrecinin daniskasıyım" derken aslında "sürdürülebilir yıkımın" altını da çiziyordu. Karadeniz otoyolundan tutun da köprü ve baraj projelerinde kullandığı dilin satır araları bunun izleriyle doludur.
ÇEVRE BAKANINA KARŞI ÇEVRESİNİ KORUMAYA ÇALIŞAN HALK
Bookchin'in 'çevrecilik' konusundaki tespitleri, modern kalkınmacılık anlayışının doğa üzerinde yarattığı ekolojik yıkımları acı biçimde yaşayan batı toplumlarında bir çok ekoloji hareketinin doğuşuna da neden oldu. Doğal ormanlarını ve göllerini tüketen, insanını beton, çelik ve camla inşa edilen dikey metropollere sıkıştıran batının yaşadığı ekolojik bunalım Türkiye'yi yönetenler için henüz kavranabilmiş değil. Ancak son bir kaç yıldır soyut olmaktan çıkıp, gözle görülür hale gelen, giderek de yaşam alanlarını acımasızca dönüştüren; dereleri, dağları, ormanları yok eden yıkım politikaları tarihte hiç olmadığı kadar tartışılır oldu.Çevrecilik tanımı da giderek adının başında "çevre" olan bir bakanlığın alanına hapsolmaya başladı. Halkın bizzat bu bakanlığa karşı "çevresini" korumaya, yaşam alanlarını canla başla savunmaya başlamasıyla da yerli yerine oturdu.
HALK KENDİSİNE UZATILAN HAVUCU TAKSİM'DE İADE EDİYOR
Anadolu tarihinin en acımasız yağmasına maruz kalan halk, bu vahşi kalkınma söylemini yavaş yavaş sorgulamaya başladı. Ne pahasına, neyin uğruna bunca yıkımın yaşandığını, yasaların, anayasanın ve kamu kurumlarının bu yıkımın neden ortağı olduğuna anlam veremedikçe ilk kez kapitalizmin vahşi yüzüyle karşı karşıya kaldı. 'Kutsal devlet' algısı yerini giderek şiddet uygulayan 'ceberrut devlet' algısına bıraktı. Siyasi görüşü ve inancı ne olursa olsun ayırt etmeksizin bu vahşi yıkımın tanığı ve mağduru olan halk, tarihinde belki de ilk defa 'adalet' ve 'kalkınma'yı bu denli derinden sorgulamaya, kendisine havuç gibi uzatılan medeniyet sopasını tutan elleri görmeye başladı.
Halk, yıllardır kalkınma ve büyüme sosuna bulanarak kendisine uzatılan havucu Taksim'de iade ediyor. Başbakan Erdoğan ve hükümet üyelerinin görmemekte ısrar ettiği gerçek budur...