ALEVİ FUTBOLCU DENİZ NAKİ'NİN HİKAYESİ

İbrahim Karamemet

On ikinci Cumhurreisi, Muharrem ayı nedeniyle Alevi toplumunun bazı ileri gelenleriyle (!) yeni saray’ında yemekli bir toplantı yaptı. Bu toplantıya katılanlara yurdumuzdaki ve dünyadaki ilk alevi derneğinin kurucusu olan alevi toplumunun önemli önderlerinden Murtaza Demir,  sizden tiksiniyorum… Kimin sofrasına oturdunuz?… Bundan böyle size selam verilmez, güvenilmez,  arkadaşlık komşuluk yapılmaz ve asla güvenilmez, dedi. Katılan kişilerin kim olduğunu merak eden araştırır ki, içlerinde bir zamanlar sonsuz saygıyla izlediğimiz kişiler de var. Amacımız tek tek insanları deşifre etmek değil. Sorun, kime ve neye güven duyacağımız.

Bu yemekte Cumhurreisi inanılmaz şeyler söyledi. İzninizle tarihe not düşmek adına aktarıyorum. “Aynı toprakların ve medeniyetin insanlarıyız. Bir Kerbelâ’da hep birlikte Yezid’in ordusunun karşısında olan insanlarız. Dersim’de zulmun karşısında olan insanlarız. Sivas’ta, Gazi Mahallesi’nde, Çorum’da, Kahraman Maraş’ta her türlü ölümün karşısında saf tutan insanlarız. Hiç kimsenin ölümüne sevinmeyiz; hiç kimsenin yaşamasına hüzünlenmeyiz. Aynı toprakların ve medeniyetin insanlarıyız, aynı yolun yolcusuyuz.

Öyle ülkeler var ki, terörist, katil sünni diyerek vahşeti meşrulaştırılıyor. Acımasızca baş kesen, vahşeti meşrulaştıran terör örgütlerine, sırf sünni diyerek sempati beslemek, Hazreti Hüseyin’e Ehl-i Beyt’e, Hazreti Nebi’ye ve Hazreti Kuran’a açık bir saygısızlıktır. İşte bugün bütün sıfatlarımızı bir kenara koyarak, sade bir insan sadece bir müslüman olarak, tüm bu hadiseleri, tüm bu cinayetleri, kalbimizle gönlümüzle vicdanımızla sorgulamak zorundayız.” Daha çok şey söylemiş ama sonunda da, “Kerbelâ tefrikanın değil, tam tersine, Hazreti Hüseyin Efendimizin verdiği ibretlik ders ile uhuvetin vasıtasıdır. Kerbelâ’dan tefrika çıkarmak çok açık söylüyorum,Yezid’in yanında durmaktır.”

Yaaa.. İşte böyle demiş Cumhurreisi. En önemlisi de Kerbelâ’dan tefrika çıkarmanın Yezid ile birlikte olmak anlamına geldiğini söylemesi.

Yeni Saraydaki bu ilk resmi yemekten bir kaç gün önce Ankara’da bir futbolcu darpedilmiş. Bu olaydan ancak günler sonra haberdar olabildik. Adı Deniz Naki. Gençlerbirliği oyuncusu. Alamanya’nın ikinci kuşak Türklerinden. Ora doğumlu ve Alman liginin önemli futbol takımlarından birinde profesyonel oyuncuyken Ankaragücü transfer ediyor. Aslen Dersim’li ve Alevi. Onlar kendilerini Kürt olarak görürler ama, Dersim’li ve Alevi olunca, etnik ve tarihsel gerçekler Kürt olunamıyacağını söyler. Aslında Horasanlıdırlar. 1071 Malazgirt zaferinden sonraki ikinci dalga göçle, Anadolu’yu müslümanlaştıran Horasan erenleriyle birlikte gelenlerin torunlarıdırlar. Diyelim ki, Kürt ve Alevi. Ne fark eder. Çocuk Futbolcu. Hani derdik ya, “Ne sağcıyım, ne solcu, futbolcuyum, futbolcu.” Ama artık Türkiye’de öyle olmuyor işte.

2 Ekim akşamında çocuğu Ankara Bahçelievler’de kıstırıyorlar ve “Kürt Alevi Naki sen misin lan” diye küfürlerle üzerine çullanıyorlar. Vay kolunda niye Tunceli yazmıyor da Dersim yazıyor da cabası.  Çocuk kendini korumaya çalışıyor ve hemen oradan uzaklaşıyor. Kimdir bunlar nereden, nasıl türemişlerdir bilinmez ama, arkasından ISİD sizleri … yapsın diye bağırdıklarına göre ne yandan olduklarını kestirebiliriz. Deniz Naki hemen kulubünün yetkililerini arıyor ve durumu bildiriyor, ertesi gün de kulüple olan anlaşmasını fesh ediyor ve Almanya’ya dönüyor. Şimdi bu çocuk Alamanya’lı mı, Türk mü, Dersim’li mi? Neyse.. Olay basına sızdırılmamaya çalışılıyor ama, geç de olsa bir şekilde ortaya çıkıyor. Kulübün olay karşısındaki tutumu çok ilginç. Kulüp bir takım çelişkili açıklamalarda bulunuyor ve bunun üzerine Deniz Naki başına gelenleri ve neden Türkiye’yi terkettiğini açıklamak gereğini duyuyor.

Sonra Gençlerbirliği Kulübü basın sözcüsü şu açıklamayı yapıyor: “Nedeni ne olursa olsun saldırıyı kınıyoruz. Ancak, sanırım Deniz Naki futboluyla yapamadığını, demeçleriyle yapmaya çalışıyor. Çünkü bize anlattıklarıyla, başkalarına anattıkları arasında çelişkiler var.” Tam bir, ama siz de zencileri dövüyorsunuz söylemi. En önemlisi de, cümlenin “nedeni ne olursa olsun” diye başlaması. Sirkât, Şecaat meselesi yani. Yani, basın sözcüsünün aklının altında şu var: Hani bir nedeni var tabii, yani çocuğun da bir takım kusurları var ama, gene de böyle birşey olmasaydı.. falan demektir bu. Yani son derece ötekileştirici bir zihniyetin ürünü.

İşin bir diğer yönü de Deniz Naki’nin polise veya adli makamlara herhangi bir şikâyette bulunmamış olması. Deniz Naki bunu ibret-i alemlik bir şekilde şöyle açıklıyor. “Evet, adli makamlara başvuru yapmadım çünkü, milyonların gözü önünde Ethem’i katleden, Ali İsmail’i sokakta döverek öldürenler, 14 yaşındaki Berkin’i öldürenler, Soma’da Ermenek’te maden emekçilerini katledenlerin yargılanmadığı ve buna benzer birçok olayın aydınlatılmak yerine karartıldığı ve kapatıldığı yerde adli makamlara başvurmanın bir anlamı olmadığını düşündüğümden, başvurmadım.”, diyor ve son olarak neden Türkiye’yi terk ettiğini açıklıyor: “Burada tekrar belirtmek isterim ki; ben DERSİMLİYİM ve ALEVİYİM. Bununla gurur duyuyorum ve gurur duymaya devam edeceğim. Bunu kesinlikle ırkçı bir anlamda söylemiyorum. Diğer milletlere karşı herhangi bir önyargım yok ve tüm inançlara saygı duyuyorum. Ayrılırken bu saldırıdan korkup, savunduğum değerlerden vazgeçmeyeceğimi bilmenizi isterim. Bütün endişem beni yalnız bırakmayan takım arkadaşlarımın ve dostlarımın, benim yüzümden bu tip saldırılara maruz kalmasıdır. Yaşanalardan dolayı ailemin de çok endişeli olduğunu, onları daha fazla üzmemek için yanlarına, Almanya’ya gitmek üzüre Türkiye’den ayrıldım.”

Bu ne giden ilk yolcudur, ne de son olacaktır. Bilmem farkında mısınız, son zamanlarda birçok kişi Türkiye’den kaçmakta. Çocukları yurtdışında olan bir yakınım, ne zamandır artık dönseler diye yakınırken; son zamanlarda çocuklarını aman dönmeyin, orada tutunmaya bakın diye etkiliyor. Bunun tek nedeni artık kimsenin kendini bu opraklarda güvende hissetmemesidir. Devleti, devlet yapan üç somut gösterge vardır. Hukuk, Eğitim ve Sağlık. Demokrasi, Özgürlük ve Bağımsızlık gibi soyut üst yapı özelliklerinin olmadığı ülkelerde bu somut göstergeler hiçbir zaman tam beliremez. Nitekim açıkca ortada herşey. Eğer kişi kendi devletine güvenmiyorsa yazık o ülkeye. Güvensizlik birbirini tutmayan çelişkili söylemlerle başlar ve somut olaylarla ortaya çıkar ki, fazlaca yaşıyoruz bunları. Eğer bir ülkede güven duygusu koybolmuşsa, vay o ülkenin haline.

En başta Hukuk’a güvenmek gerekir. Hukuka güven bitmişse.. Herşey biter.