Hani ‘Vurun abalıya’ diye bir deyim vardır ya. Aba kaliteli kumaştır, kaliteli insanlar kuşanır. İşte Kılıçdaroğlu da bunlardan biri. Her terslikten sonra Kılıçdaroğluna söylenmedik laf kalmaz. Hani o kadar ki, sanırım yakında deyim değişecek, ‘Vurun Kılıçdaroğlu’na’ olacak.
Amacım Kılıçdaroğlu’na arka çıkmak, CHP yandaşlığı yapmak değil, sadece hakkını vermek. Aslında, CHP ni en çok eleştirenlerden biriyim. Özellikle Belediyelerin saç baş yolduracak icraatlarına sık sık burada değinmişimdir. En çok belediyeler konusunda ama, genel politikaları konusunda da gerek CHP, gerek Kılıçdaroğlu bu köşeden, benden çok eleştiri almıştır. Ancak konumuz şu anda referandum ve sonrasıyla ilgili, çünkü bu iş herşeyden önemli. Bir memleket meselesi, bir ülkenin varoluş meselesi.
Referandum sabahı Türkiye’nin bütün demokratları hayır çıkacağından neredeyse emin oy vermeye gittik. Ardından sandıkların başından ayrılmadık. Ama, sandık dışında şeytanın bile aklına gelmeyecek oyunlar dönünce çaresiz kaldık, kahrolduk. Hırsımızı en yakınımızdan çıkarmaya yöneldik. O ana kadar CHP nin bu kampanyadaki çalışması ve takındığı tavır hakkında en ufak bir eleştiri yoktu. Hatta CHP tümüyle, hayır kampanyasında olağanüstü performans gösteren özel isimleriyle her kesimde takdirle anılıyordu. Sandıklar açılmaya başladığında ilk başta gelen %60 evet oranlarına da aldırmadık çünkü, Anadolu Ajansı’nın çakma değerleri olduğuna emindik. Aradaki fark gittikçe kapandıkça tahminimiz doğru dedik ve rahatladık. Ancak son anda yıldırım çarpmışa döndük. Yüksek seçim Kurulu akıl almaz bir karar verdi ve kıl payı evet öne geçti. Önce donduk kaldık. Eşekten düşmüş karpuza döndük hepimiz. Yuh be, bunu da mı yaptılar dedik. Haklı olarak millet ayağa kalktı, sokaklara döküldü. Ama bu arada birşey daha oldu, bir anda ‘Vurun Kılıçdaroğlu’na’ takımı belirdi. Oysa, son aylarda bu söylem unutulmuştu. Tam tersine takdir ediliyordu.
Asıl suçluyu bırakıp en yakınındakini suçlamak tam anlamıyla bilinçsiz bir kolaycılıktır. Bu, eve giren hırsız yerine kapıyı iyice sürgülemedin diye eşini suçlayan şakın ördek tutumuna benzer. Bilirsiniz şaşkın ördek suya kıçından dalarmış.
Belki inanamayacaksınız ama, Kılıçdaroğlu’nun da bir ajan olduğunu bile söyleyen oldu. Ne pasifliği kaldı, ne pısırıklığı. Vay efendim neden sesini çıkarmamış pısırık davranmış, yok neden hemen Yüksek Seçim Kurulunu basmamış diyenden tutun da halkı sokaklara çağırmadı diyene kadar deste deste. Bir dakika ağır olun. Yüksek Seçim Kurulu dediğiniz bir yüksek mahkeme, hadi yükseğini bırakın mahkeme. Bir parti başkanı mahkeme mi basacaktı?!.. Ama baksana onlar mahkemeyi esir almışlar. Almışlarsa bu onların suçu. Siz hiç merak etmeyin, er ya da geç bunun hesabını verecekler. Halkı sokağa çağırmaya gelinçe, halk zaten çıktı sokağa hem de kimse çağırmadan. Ama ne istiyordunuz Yüzde elliyi zor tutuyorum diye kükremesini mi?!..
Kılıçdaroğlu’nun ajanlığına gelince.. Hani Bahçeli için söylenir bu ya.. E söylenir. Bu güne kadar yaptıkları da bu yakıştırmaya yakın ama, hani ispatı. Bu bir kanaat olabilir ama, kanıtlanmayacak şeyi söylemek boş laftan ibarettir. Ha, merak etmeyin öyle bir şey varsa elbet bir gün çıkar.
Lütfen biraz düşünerek konuşalım. Son onbeş senede bu ülkede çok şey değer kaybetti hatta, yok oldu gitti ama, devlette hiç değilse bir düzgün muhalefetimiz var onun da rezil olmasını istemeyin. Eyy diye başlayan kükremelere, Yüzde elliyi zor tutuyorum palavralarına, ben ne dersem o dur kostaklanmalarına farkında olmadan kapıldık galiba. Memleket politikası kabadayı raconuyla yürütülemez, yürütülmemeli. Çünkü kabadayılıkla hiçbir zaman amaca ulaşılmaz, sadece gerilim yaratılır ve geçici bir şov kandırması olarak kalır. Bu arada biraz cukka toplanır, o kadar. Öyle ki, akabinde iş tersine döner ve kabadayı bir önce söylediğinin tam tersine yelken açar. Bunun örneğini son yıllarda çok gördük. Buna örnek olarak kıymeti harbiyesi olmayan son iki söyleme dikkatinizi çekerim. Sayın Cumhurreisimiz Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin Türkiye kararını tanımıyoruz dedi. Acaba kendileri ve danışmaları o meclisin onay ve tanıma merciinin Türkiye Cumhurbaşkanlığı olmadığını bilmiyorlar mı?.. Bir başka devlet büyüğümüz Sayın Dışişleri bakanımız Avrupayla ilişkilerimizi gözden geçireceğiz demiş. Bunlar belki güzel ve heyecanlı kostaklanmalar da bir kıymeti harbiyesi olmayan sözler. Sen gözden geçiren değil gözden geçirilensin. Önce bunun farkına var.
Eğer muhalefetten de bu tür kabadayılıklar bekliyorsanız, bu memleketle beraber muhalefet de, siz de güme gidersiniz. Hani haşâ bir benzetme yapmak için söylemiyorum ama, diyelim kabadayılarıyla ünlü bir mahallenin kabadayı reisi bizim sokağı haraca kesmişse, ona karşı başka bir ünlü kabadayı mahallesinde fedai bulmak mı olmalı çözüm. Elimizde düzgün tek değer olarak muhalefet kaldı, bunu korumaya dikkat edelim. Çünkü yarın öbürgün kabadayılar ortalıktan çekilince politik yaşamımızı düzene koyacak ve devlet yönetimini rayına oturtacak tek üslup şu anda yalnızca muhalefette var gözüküyor. Her ne kadar bir taraf çok istiyorsa da politikanın bir mahalle kavgası düzeyinde yapılacağı sanrısına kapılmayın.
Bu referandum propogandaları sırasında AKP nin taktiği CHP ye yüklenerek ortalığı germek ve referandumun asıl konusu dışında CHP yi bir ağız dalaşına itmekti. Bunu başaramadılar. CHP bu tuzağa düşmedi, ve örnek olacak çok kaliteli bir propoganda sürecine imza attı.
Sonuç ne oldu derseniz. İnanın HAYIR kazandı. Sandıktan Evet çıkarıldıysa da bu bir kazanım değil, ağır bir yenilgidir ve sonuçları çok yakında görülecektir. Bir hırsız bir evden çaldıkları ile bir süre keyif sürebilir ancak bu geçici bir süre içindir. Abad olmuş yaşamını güvenceye almış, çaldıklarını elinde tutabilmiş ne bir hırsız vardır, ne de bir hırsız çetesi. Ev sahibi ise çok şeyini kaybetmiştir ama, gene evindedir, her ne kadar sarsılsa da kaybettiklerini yerine koyacaktır. Bu hep böyle olmuştur.
Şimdi de bir Muharrem İnce atağı çıktı ortaya. Veya çıkarıldı, ya da çıkarılmaya çalışılıyor. Çok yanlış. Muharrem İnce genel başkan olmak isteyebilir, neden olmasın, olursa da belki iyi olur ama, şu sıra bunu meydan okuyarak, olağanüstü kurultay çağırarak yapmaya kalkışmak ona çok şey kaybettirir, bu kampayadaki olağanüstü başarısına bile gölge düşürür. Partisine ve memlekete de bir şey kazandırmaz. Eminim ki, Muharrem İnce de bunun farkındadır. Gün iç kavga günü değil, Muharrem İnce’nin her zaman üstüne basa basa söylediği gibi birleşme ve dayanışma günüdür. Ne dersiniz Muharrem İnce de mi ajan acaba?!...
Yav bu memlekette de ne kadar çok ajan varmış. Hemen herkes ajan. Bir ben kaldım galiba ajan olmayan.--