Yedi haziranda, yalnızca erke gelecek siyasal partiyi seçmekle kalmayacağız; aynı zamanda;
1-Cumhuriyet ile istibdat (despotizm) arasında,
2-Laik toplum ile dinsel toplum arasında,
3-Üniter devlet ile parçalanmış Türkiye arasında da seçim yapmış olacağız.
Bizim memlekette siyaset, kaynakların bölüşülmesi temelinde yapılandırıldığı için, erke gelenler inançlarımızı ve devlet olanaklarını sömürme konusunda sınır tanımıyorlar. Sorunlara çözüm üretme temelinde siyaset yapmak isteyenlere de yasal düzenlemelerle ve barajlarla kitleselleşme şansı vermiyorlar.
Bir toplumda “Oyunu bizim partiye vermezsen ibadetin kabul olunmaz, cennete gidemezsin”, diyerek seçim kazanılabiliyorsa; demokrasi diyenlerin, laiklik diyenlerin, insan hakları, sosyal devlet, hukuk devleti… diyenlerin işi çok zor demektir.
Kaldı ki, bir de ‘bunların yerine neyi koyacağız’ sorunsalı var.
Evet, AKP’nin yerine hangisini koyalım?
Türki Cumhuriyetlerin bağımsızlaşmasıyla birlikte, oturduğu “etnik milliyetçilik” temelini yitirerek boşlukta kalan ve zor günlerinde AKP’ye koltuk değneği olarak varlığını sürdürmeye çalışan siyaseti mi?
Terör örgütünün gölgesinde “al başkanlığı, ver özerkliği” pazarlıklarıyla güçlenerek seçim barajının sınırlarına dayanan (ne ki, Türkiye partisi olma gibi bir derdi olmayan) siyaseti mi?
Seçim sistemi yüzünden kitleselleşemeyen ve “diğer” olarak anılan siyasetlerden birini mi?
Yoksa kendi programıyla (Atatürk ilkeleriyle) güreş tutan siyaseti mi?
Cumhuriyet Halk Partisi, sağcı politika eskilerini vitrine dizerek ve gerici partilere öykünerek eğitimin ve toplumun dinselleştirilmesi gidişini geri çevirebilir mi?
Küresel güç odaklarına şirin gözükmeye çalışarak üniter devlet yapısını adam gibi savunabilir mi?
Dikkat edilirse ilginç bir ikilem ortaya çıkıyor.
Bir tarafta toplumun dinselleştirilmesi, ülkemizin bölünmesi ve rejim değişikliğine yönelen bir yapı; öbür tarafta belli belirsiz bir umut.
Şimdi düşünelim.
Gemimiz alabora olmuş, dalgalar arasında çırpınırken yaklaşan külüstür bir tekneden bize bir el uzanıyor. “Ben bu tekneyi beğenmedim” deme lüksümüz var mı?
Uzatılan eli tutup kendimizi güvenceye aldıktan sonra teknedeki delikleri kapamaya girişmek daha akılcı olmaz mı?
Bu noktada başa dönüyoruz:
Evet, ben bugünkü CHP yönetenlerini beğenmiyorum. Ancak CHP’nin, yönetenlerin babalarının malı olmadığının da bilincindeyim. Teknenin su aldığı delikleri kapatabilirsek CHP kendi içinde demokrasiyi gerçekleştirebilir, yönetimindeki ayrık otlarını temizleyebilir, kendi köklerine yabancılaşmadan sorunlarımıza çözüm üretebilir.
Kimseye, “şu partiye oy verin”, diyemem, herkesin kendi aklı var. Ama şunu söyleyebilirim: Duygularımızla düşünebiliriz ama karar verirken aklımızı kullanmalıyız.
Çünkü vereceğimiz oyla yalnızca kendi yaşamımızı değil; aynı zamanda çocuklarımızın geleceğini de belirlemiş olacağız.
Sandığın önünde vicdanınızla baş başa kaldığınızda tercihinizi yapın:
Kör karanlıklar mı; yoksa bir umut mu?
İyi bir hafta sonu dileyerek