O KONUDA DAVUTOĞLU SUÇLU İLAN EDİLDİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatıyla görevden ayrılan eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, istifa sürecini hızlandıran Pelikan dosyasının bir benzeriyle bir kez daha hedef alındı. Davutoğlu, AKP'nin dış politikadaki "hatalarının" tek sorumlusu ilan edildi.
Davutoğlu, yeni bir Pelikan dosyasıyla hedef alındı. İlk dosyayı yazdığı ileri sürülen Cemil Barlas'a yakın bir internet sitesi olan Regionpost'da "Uluslararası gazeteci-yazar Fazıl Duygun" imzasıyla yayınlanan yazıda Davutoğlu, Suriye ve Mısır'daki politikaları nedeniyle sert şekilde eleştirildi.
"Sayın Mustafi Başbakan" başlıklı yazı şöyle:
4 Mayıs’ta, Ak Parti genel başkanlığından istifa kararı alıp, Başbakanlıktan ayrılan Ahmed Davutoğlu için böyle bir yazıyı kaleme almayacaktım, ancak, özellikle İslamcı kalemşörlerin sersemlemeleri ve işi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a isyan ve öfkeye kadar vardırmaları beni yazıyı yazmaya itti.
Sayın Mustafi Başbakan, Ağustos 2014 tarihinde, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halkoyuyla seçilen ilk Cumhurbaşkanı olarak seçildiği ve makamını devrettiği tarihte, siz, kendisi tarafından seçilen biri olarak, kendisine Üstad Necip Fazıl’ın“Ustada kalırsa bu öksüz yapı, onu sürdürmeyen çırak utansın mısralarının da bulunduğu, Utansın” isimli şiirini bir tabloya nakşettirerek, hediye ettiniz.
Sayın Mustafi Başbakan, siz, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından Başbakan olarak tayin edildiğinizde, ona, başkanlık sistemine geçiş için var gücünüzle çalışacağınız sözünü verdiniz. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimler esansında, halk oyula seçilen bir Cumhurbaşkanı olarak, yetkilerini tam bir şekilde kullanacağını ve yeni anayasanın bir ân önce çıkartılması gerektiğini defalarca ifade etti. Ancak başbakan olarak görev yaptığınız 20 aylık süreçte, bu konuda hiç bir ilerleme kaydedilmediği gibi, sık sık, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yetki tartışmasına girdiniz ve eski sistemdeki gibi, sembolik bir Cumhurbaşkanı, güçlü bir başbakan gibi bir pozisyon istediniz.
Bu 20 aylık süreçte, birçok defa Cumhurbaşkanı Erdoğan’la karşı karşıya geldiniz, onun sözlerini tekzibe kalktınız. Bir seçim mağlubiyetinin yaşanmasına sebep oldunuz, milletin sizden beklediği siyasî dönüşüm reformlarıyla ilgili olarak hep ayak direttiniz. Sizin bize yaşattığınız bu sıkıntıları aşağıda tek tek izah edeceğim. Hem dışişleri bakanı olarak ve hem de 20 aylık başbakanlığınızda, Türkiye’ye yaşattığınız ve bugün halâ devam etmekte olan sıkıntıları teker teker yazıp, anlatacağım. Ama önce, istifa etmenize sebep olan anonim ama meşhur şu Pelikan bildirisinde, size yönelik önemli bir ithamla işe başlamak istiyorum.
Dış Politikadaki basiretsizliğiniz ve açmazlarınız
O bildiride, siz, Türkiye’yi Suriye bataklığına sokmakla itham ediliyordunuz. Bildiride aynen şöyle deniyordu: “Her şeyi o bilirdi. Ama teorik olarak.
Pratikte genelde çuvallardı. Örnek; Suriye.“
“6 ayda Esed devrilir” dedi. Demekle de yetinmedi, bütün planlarını buna göre yaptı.
B planı yoktu. Çünkü çok emindi. Kendinden. Zekasından. Bilgisinden. Okumasından.
Esed kaldı. Hoca çuvalladı. Sonra bir sürü sıkıntı.
REİS yine de hocayı başkan yaptı.”
Ben de aynen bu görüşteyim ve sizin dış politikada, iyi bir akademisyen olmakla beraber, çok kötü bir tatbikçi olduğunuz kanaatindeyim. Nitekim bu siyasi beceriksizliğiniz Türkiye’nin ve Müslümanların başına Suriye ve Mısır belâlarını açtı. Siz bu belâların yaşanmasında en büyük âmillerden birisiniz maalesef. Saha bilgi ve tecrübeniz koskocaman bir “SIFIR”
Bugün yaşamakta olduğumuz ve ABD tarafından Suriye’de kurdurulmak istenen PKK devletçiğinin oluşumundaki katkınız veya hafif tabiriyle, öngörüsüzlüğünüz, basiretsizliğiniz, hem Suriye’de milyonlarca Müslümanın kan ağlamasına ve hem de bizim stratejik bir sıkıntıya girmemize yol açtı. Bakın bizzat sizin abi dediğiniz ve Ak Partiden, sizin çevreniz gibi, olur olmaz Erdoğan’ı suçlama zırvalığına düştüğü için atılan eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış nasıl izah etmiş. 2013 yılında, bugünlerde sizin de müdavimi olduğunuz ajan yapılanma ve terörü örgütü FETÖ’nün Taraf’ına verdiği demeçte, sizin basiretsizliğiniz şöyle anlatmış:
” Türkiye öngöremedi mi Suriye’de bir Kürt oluşumu olacağını? Hamlelerini ona göre belirlemedi mi?
Öngörmüş olduğunu tahmin ediyorum ama olay yabancı bir ülkede cereyan ediyor. Türkiye’nin oraya müdahale etmesinin sınırları var. Ama bazı eksiklikler de olabilir tabii. Ağustos 2011 civarıydı. Ben hasbelkader Ortadoğu ülkelerinde en uzun süre görev yapmış Türk diplomatıyım. Biraz Arapça bildiğimiz için, biraz da toz yutunca değerlendirmelerim ötekilerden farklı oluyor. Böyle bir ihtimalin olduğunu o tarihte söylemiştim. Partideki arkadaşlarım -şimdi çok önemli mevkideler- “Ya Yaşar abi oradaki Kürtlerin hiç önemi yoktur, zaten dağınık yerlerdedir” gibi önemsemeyen beyanlarda bulundular. Başbakan’a bu şekilde anlattılarsa, dış politika da öyle oluşmuştur.“
Evet, siz değil miydiniz Sayın Mustafi Başbakan, o zamana bağlı olduğunuz Başbakan Erdoğan’ı bu yanlış stratejinizle yönlendirerek, bugün yaşamakta olduğumuz belâ ve sıkıntıların müsebbibi?
Ben ki, o zamanlar bir Ak parti muhalifi olarak, Suriye’deki Filistinli gazeteci dostlarımın davetiyle gittiğim Şam ‘da (Temmuz 2012) bunu bizzat görmüş ve Avni Özgürel beyin sahip olduğu, o zamanlar çok popüler olan, Birleşik Basın sitesinde (birlesikbasin.com) benimle gerçekleştirilen röportajda açıkça söylemiştim. Sizin Türkiye’yi Suriye’de nasıl bir bataklığa soktuğunuzu; Fetö’nün yargıdaki kurbanı bir gazeteci olarak,14 ay yattığım ve 2011 Ağustosunda tahliye olduğum Kızılcaham cezaevindeki gözlemlerimle taa 1yıl önce açıkça söylemiştim. Daha ortada (sonradan kışa çevrilecek) Arap baharı denen sosyal patlamalar, Libya’ya sıçramamışken, dönemin İngiltere Ankara Büyükelçisinin; Hatay, G.Antep, Kilis’e giderek “Buralarda milyonluk kamplar kurmak lâzım” sözlerini, ben bizzat Mart 2011’de gazetelerden okudum.
Daha Suriye olayları başlamadan önce, Rusya’nın Suriye’yi bırakmayacağını, bunun Libya’da Kaddafinin devrilmesinden sonra, çok büyük bir hata olacağını, buna çok dikkat edilmesi gerektiğini söylerken siz, bir bakan olarak, Rusya gibi bir belâyı nasıl görmezden gelip te, geçmişte İsrail’e karşı 3 defa savaşmış bir Suriye ordusu ortadayken, muhaliflerin ellerine tutuşturduğunuz keleşlerle, ha bugün, ha ayrın rejimi yıkıyoruz havası basabildiniz. IHH’dan Sayın Osman Atalay’a, Suriye muhaliflerine ya tank, topla destek verilsin veya hiç silaha bulaşmadan, tamamen demokratik çözüm yolları aransın, yoksa ortalık kan gölüne döner, yüzbinlerce Müslümanın canı gider diyerek, bunu görüştüğünüz yetkililere mutlaka söyleyin demiştim. Netice, benim gibi sahadaki bir insanı haklı çıkardı maalesef, sizi değil!
Suriye dönüşümde, oradaki Kürt örgütlerinin devletleşmekte olduğunu açıkça söyledim ama siz, onları, dağlı, köylü olarak biliyormuşsunuz galiba. Stratejik derinliğiniz bu kadarmış, Sayın Mustafi Başbakan.
Bu politikayı size, bugün sizi bir kukla gibi yöneten İngiliz Gül’ü Gülizabeth’in üfürmeleriyle benimsediniz ve Sayın Başbakanın itimadını kullanarak, dış politikada, Türkiye’yi büyük bir bataklığın içine soktunuz maalesef. Mesele, mültecilere sahip çıkılması değil, stratejik basiretsizlik neticesi, Suriye savaşının bugünlere kadar uzayacağını ve bugünlerin yaşanacağını hesap edememektir.
Başrolünü sizin oynadığınız bu stratejide, Suriye’yi hiç tanımadığınız gibi, sizi gaz veren Batılı dostlarınızın tuzağını da hiç görememişsiniz. Bakın, sizin bu basiretsiz Suriye siyasetinizi IHH Başkanı Sayın Bülent Yıldırım nasıl izah ediyor:
“İHH olarak Suriye’de muhaliflerin yanında olduklarını; ama hiçbir zaman bir iç savaşı da istemediklerini ifade eden Yıldırım; “Türkiye Suriye ile diplomatik ilişkileri kesmemeliydi ne olursa olsun. Altmış kere değil yüz kerede gitmiş olsa bin kere de gitmiş olsa Suriye’den de buraya insanlar gelmiş olsa da Türkiye devlet olarak Suriye ile ilişkilerini devam ettirmeliydi. Alttan STK’larda halkın taleplerinin yerine getirilmesi için çalışmalar yapmalıydı.” dedi. (Genç Öncüler dergiis, 25 Aralık 2014)
Suriye ve devamında bugün PKK/YPG’nin güçlenmesi ve ABD tarafından neredeyse devletçik kurma safhasına gelmesindeki en büyük rol sizindir, Sayın Müstafi Başbakan.
İhvan Faciası
Mısır’da, 30 yıllık diktatör Hüsnü Mübarek’in bir halk ayaklanmasıyla birlikte devrilmesiyle beraber, ülkeye huzur geleceği inancı hâkimdi. Buna en çok inananlardan birisi de, ülkenin köklü İslâmî hareketlerinden biri olan İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) hareketiydi. Mübarek devrildikten 1 yıl sonra seçimler gerçekleştirildi. Seçimlerin 2. turunda, daha sonradan kendilerini devirecek olan Suud destekli hareketlerin oyuyla İhvan-ı Müslimin hareketi, %52’lik oy oranıyla 1. parti oldu ve Muhammed Mursi devlet başkanı oldu. Mursi daha 6 ayını doldurmadan, ülkede kıtlıklar baş göstermeye, buna bağlı olarak ta, sokak gösterilere yaşanmaya başlandı. Nitekim daha iktidarının 1. yılında Mursi devrildi, ve hareket kanlı bir şekilde bastırılarak, binlerce Müslüman katledildi. Peki, ne olmuştu da, 1 yılda rüzgâr tersine dönüvermişti?
Aslında İhvan hareketi seçimlere girmeyip, 1 dönem beklemeyi düşünmüştü. Ama Türkiye’deki Ak Parti iktidarı tarafından ikna edilerek seçimlere girmesi sağlanmıştı. Netice de hiç umulduğu gibi olmadı. Bülent Yıldırım bu konuyla ilgili olarak şunları söylemiş: ”
“İhvan’ı Türkiye Zorladı
Mesela Mısır’da İhvan seçimlere girmek istemiyordu. Türkiye’nin zoruyla seçimlere girdi. Aslında seçimlere girmeme kararıyla haklıydı çünkü bütün yükü omuzlarına almış olacaktı. Nitekim öyle oldu ve Mursi hükümeti başarısız şekilde gösterilmesine sebep olundu.
Yıldırım, Mısır’da İhvan’ın seçimlere Türkiye’nin zoruyla girdiğini dile getirdi.“
Peki, İhvan Hareketinin göz göre göre yıkılmasına sebep olan şey neydi? Bunların en başında, Devleti başkanı seçilen Mursi’nin ilk ziyaretinn Suudi Arabistan’a gerçekleştirmesi ve Mısır’ı bağlayıcı kararlar almasıydı. O sıralar (yani Mursi seçildikten 1 ay sonra)Beyrut’ta, kendisiyle bir röportaj gerçekleştirmek üzere olduğum Türkiye tarihi uzmanı Muhammed Nureddin Bey şunları söylemişti: Mursi, Mısır gibi köklü bir ülkeyi Suud katarına vagon yaptığı için, bu ona karşı öfkeyi arttırır. Diğer önemli bir nokta Suud, İhvan’dan nefret eder, İhvan’ı, Suud’a mâhkûm bıraktı, göreceksiniz, Mursi 1 yıla kalmaz devrilir” demişti. Nitekim Mursi, Suud’un tavsiye ettiği Sisi’yi Genelkurmay Başkanlığına getirdi ve Sisi tarafından katliama maruz bırakıldı.
Şimdi şöyle söyleyelim, İhvan seçime girmek istemiyordu, Türkiye ikna etti, seçimlere girdi. Peki, darbeye doğru neden önlem almadı Türkiye? Diyeceksiniz ki nasıl bilsin darbe olacağını? Türkiye’den hanım bir gazeteci arkadaşım, darbeden tam 8 ay önce, Mısır’a gider ve Kahire, İskenderiye başta olmak üzere büyük şehirlerdeki bütün siyasi oluşumlarla birebir görüşür. Bize facebook üzerinden bu gözlemlerini anlatır ve hem Türkiye ve hem de İhvan hareketi yetkililerine ulaştırılmak üzere tam 180 sayfalık bir rapor hazırlar. Raporda, Devlet Başkanı Mursi’nin ordu tarafından devrileceği ve İhvan hareketinin şimdiye kadar görülmediği bir şekilde kanlı bir katliama maruz kalacağı yazılıdır. Nisan 2013 tarihli bu rapor, önemli bir bürokrat olan eşi tarafından bizzat elden, o zamanki Dışişleri Bakanı Davudoğlu’nun Müsteşarı olan Feridun Sinirlioğlu’na teslim edilir. Raporu hızlı bir şekilde okuyan Sinirlioğlu, telefonda arkadaşıma “Eşiniz hanımefendi hangi meyhanede kafayı çekiyor acaba” der.
Çok değil 2 ay sonra, 3 Temmuz 2013’te Mursi ve İhvan hareket, bizzat kendileri tarafından Genelkurmay Başkanlığına getirilen Sisi tarafından kanlı bir şekilde devrilir. Hem Sinirlioğlu ve hem de Hoca Davutoğlu, arka arkaya arkadaşımı arar ve sorarlar, eşinizle görüşebilir miyiz diye? Arkadaşım da hiç bozuntuya vermeden “Eşim şu anda, Kahire’nin en ünlü meyhanesinde kafayı çekiyor” der. Hoca, darbeyi nasıl önleriz? Diye bir laf edince, arkadaşım “Sayın bakanım ne darbeyi önlemesi, o geçti artık. Şimdi, darbe süreci nasıl yönetilir, ona bakmak lâzım” der ve kapatır.
Sayın Mustafi Başbakan, sizin siyasi ferasetiniz bu mu acaba? Sağır Sultanın bile duyduğu, herkesin bildiği şeyleri, bilmemek, duyamamak mı?
haber.sol.org