Laik cumhuriyetin şehidi Ahmet Atakan

Laik cumhuriyetin şehidi Ahmet Atakan

Eğer bir gösteri sırasında bir kişi yaşamını yitiriyorsa sorumlusu hükumettir.

Adil HACIÖMEROĞLU

Ahmet Atakan, yirmi iki yaşında… Yaşamının baharındaydı daha… Hayalleri dağ gibi büyüktü, tıpkı yüreği gibi… Yüreği vatan ateşiyle yanıp tutuşan bir genç adam… Yurtdışında çalışarak ailesini geçindiren özverili bir babanın çocuğu…

9 Eylül akşamı günün geceye ağdığı bir anda, bir güneş gibi ufuktan toprağa düştü. O, düşünce toprak aydınlandı. Hatay topraklarına binlerce güneş doğdu. Türkiye topraklarında ise milyonlarca güneşin ışığını verdi o. Sonsuzluğa erişti. Gökte sayısız yıldızın adı oldu Ahmet. Artık geceler daha aydınlık eskisinden…
 
Toprağa düştüğünde gece yas tuttu onun için. Loş ışıklı caddede bir çelik yığınının önünde sürüklendi bir süre. Çeliğin homurtusu yoldaşlarının feryadına karıştı. Yüreği metalleşen sürücü düşünmedi bile bir insanoğlunun feryadını. Emir almıştı ezmek için insan neslini. Emri yere getirmek onun kutsalıydı. Ahmet içinse vatana, insanlığa hizmet etmekten daha kutsalı yoktu. Vatanı sevmek de insan olmak da yürek ister. Yürek ister toprağı, kızı, kuşu böceği, yaprağı, ağacı, cümle yaratılanı sevmek… Oysa çelik yığını sevmeyi bilmez. Ezmek üstüne vidalıdır gövdeye.
 
En küçük hak aramaya ölüm kusmakta diktatörün robotlaşmış askerleri. Bir rüzgâr uğultusu işitse dağ yamaçlarından, fışkırtmakta kimyasal madde dolu suyunu TOMA. Sonbaharda sararmış bir yaprağın hışırtısı uykularını kaçırmakta diktatörün. Gördüğü kâbus dolu düşünde biber gazı atmakta hışırdayan her şeye. Sabahleyin bir kuş cıvıltısı duysa plastik mermiler yağmakta gökten yağmur misali. Çok korkmakta diktatör çok. Uykusuz geçen günlerinde gündüzleri, geceye çevirmek istemekte. Güneşin doğuşu canını sıkmakta, gözlerini kamaştırmakta…
 
Ahmet’in kanı damladı taşın üstüne yavaş yavaş. Kan büyüdü, büyüdü nehir oldu. Akmakta yurdun dört yanından ışıltılı konutuna diktatörün. Kan bulanmış erkini, orununu temizlemesi olanaklı mı artık?
 
Bin bir yalan söylenmekte Ahmet’in katli üstüne. Daha önce söylenenlerin bir tekrarı bunlar. Neredeyse Ahmet’i ailesi öldürdü, diyecekler.

Utanmasalar, zor değil bunu söylemek… Yalan üretmenin, iftira atmanın beceri olduğunu sanan insansı canlıların tek silahı bu.

 
Eğer bir gösteri sırasında bir kişi yaşamını yitiriyorsa sorumlusu hükümettir. Çünkü bu topraklarda yaşayan herkesin güvenliği, yönetenden sorulur.
 
Küresel güçlere hizmet etmek, yurdu Ortaçağ karanlığına gömmek için fidanlara kıymakta diktatör. Kan içerek semirmek midir marifet? Genç bedenleri toprağa düşürmek midir adalet?
 
Ahmet de Abdullah, Mehmet, Ethem ve Ali İsmail gibi rüyalarınızdadır. Çoğalarak gelmekteler dört bir yandan… Gücünüz tükenmekte, dizleriniz çözülmekte… Dilleriniz öfke, kin, nefret kusmakta barışın, kardeşliğin göverdiği topraklara.
 
Ahmet’in annesinin gözyaşları akarken toprağa, feryadı yükselirken göğün yedi katına göğüs kafesinizde bir ağrı duyumsadınız mı acaba? Yoksa göğüs kafesiniz, yalnızca kafes midir? Her şeye yalancıktan ağlayan gözlerinizde Ahmet için bir damla da olsa yaş kalmadı mı?
 
Ahmet, Laik Cumhuriyet için toprağa düştü. Uygar bir geleceği kurma savaşımının unutulmaz kahramanı oldu. Tüm cumhuriyet şehitleri gibi bu toprağın bağrında yediveren gonca gül olarak dört mevsim açacak. Ya, onu öldürenler? Bu topraklarda pıtrak bile olamayacaklar.