Kılıçdaroğlu Bu Çağrıyı İlk Defa Dile Getirdi
BU ÇAĞRIYI İLK KEZ YAPTI
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ve hükümetinin Türkiye’yi iflasa götürdüğünü söyledi. Kılıçdaroğlu, "İç politikada ülkeyi neredeyse iflasa götürüyorlar. Dış politikada tam bir bozguna uğrattılar. Neden bu kadar iştahla savaş çığırtkanlığı yapılıyor? Dışarıda uyguladığı bozgunu, içerde yaşadığı iflası unutturmak istiyor. Buna izin vermeyeceğiz" dedi. Haçlı Savaşları’ndan beri hiçbir liderin “Müslüman bir ülkeye saldırmak için ben her türlü koalisyona hazırım” demediğini belirterek, ilk kez Erdoğan’ı istifaya çağırdı.
CHP Parti Meclisi’nin bugünkü toplantısının açılışında konuşan Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin 2020 olimpiyatları oylamasını kaybetmesine değindi. Erdoğan’ın savaş istediğini, öbür taraftan gidip barışın sembolü olan olimpiyatlarını istediğini ifade eden Kılıçdaroğlu’nun yaptığı çarpıcı konuşmasından satır başları şöyle:
“SAVAŞIN OLDUĞU YERDE OLİMPİYAT OLMAZ”
Dün gece heyecanlı bir geceydi. Olimpiyatları almayı umuyorduk, büyük bir heyecan vardı, herkeste büyük bir umut vardı, maalesef olmadı.
Ama umudumuzu yitirmeyeceğiz. İnşallah önümüzdeki süreçte olimpiyatlar mutlaka Türkiye’ye gelecektir, İstanbul’a gelecektir. Üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış bir İstanbul’a olimpiyat yakışır.
Olimpiyatlar barıştır, dostluktur, kardeşliktir, kültürlerin birleşmesidir, centilmence yarışmaktır. O açıdan olimpiyatlara çok ihtiyacımız var. Bunun altını özenle çizmek isterim.
Olimpiyatlardan söz ediyoruz ama olimpiyatların bir olmazsa olmazı var. Olimpiyatlar asla savaş değildir. Savaşın olduğu yerde olimpiyatlar olmaz. Olimpiyatlar dünya halklarını kaynaştırır, sporcular bir araya gelir, ortak kültürlerini yaşarlar, beraberlikleri yaşarlar, dostlukları pekiştirirler. Bu açıdan çok önemlidir.
“SAVAŞI SAVUNMAK CİNAYETTİR”
Savaşa hayır demek barışa evet demektir. Savaşı savunmak cinayeti savunmak demektir. Hepimizin, bütün yurttaşlarımızın üzerinde titizlikle durmaları gereken konu budur. Onun için biz sonuna kadar savaşa hayır diyoruz. Kendi ülkemizde, kendi bölgemizde, kendi coğrafyamızda, dünyada savaşın olmadığı, barışın egemen olduğu bir güzellik istiyoruz. Bizim ana hedeflerimizden birisi budur.
“900 YILDIR HİÇBİR LİDER BU CÜMLEYİ KULLANMADI”
Birinci Haçlı Seferlerinden üzerinden tam 900 yıl geçti, hatta 900 yılı aştı. 9 asır geçti değerli arkadaşlar Birinci Haçlı Seferlerinden üzerinden. Bu toprakların namusundan, canından, malından sorumlu olan hiçbir lider, hiçbir komutan, hiçbir devlet adamı 5 Eylül 2013 tarihinde bu ülkeyi yöneten Başbakanın kullandığı cümleyi asla kullanmamıştır. Diyeceksiniz ki nedir bu cümle. “Müslüman bir ülkeye saldırmak için ben her türlü koalisyona hazırım” cümlesidir.
“TETİKÇİLİĞE HAZIRIM DEMEKTİR”
Böyle bir şey olabilir mi? Bu ne demektir biliyor musunuz? Bu gönüllü taşeronluğu aşan bir şeydir. Bu cümlenin milli, dini, ahlaki hiçbir tarafı yoktur. Türkiye Cumhuriyetini yönetmeye kalkan bir Başbakan böyle bir cümle kullanamaz. Her türlü koalisyonun içinde yer alırım demek ne demektir biliyor musunuz? Benim kendime özgü, ülkeme özgü bir duruşum yoktur. Benim bir ilkem yoktur demektir. Her türlü koalisyonun içinde yer alırım, ben ilkesizim demektir. Her türlü koalisyonun içinde yer alırım demek ben tetikçiliğe hazırım demektir. Böyle bir anlayış olabilir mi? Kin ve nefret üzerine dış politika oluşturulur mu?
“BAŞBAKAN O KOLTUKTA OTURAMAZ”
Bu topraklardan Kılıçarslan’da geçti, Selahattin Eyyubi’de geçti, Mustafa Kemal Atatürk’te geçti. Hiçbir lider ben her türlü koalisyonun içinde yer alırım yeter ki siz Suriye’de 5 yaşındaki Ahmetleri, Zeynepleri, Muhammetleri, Osmanları öldürün, bende onlarla beraber, sizinle beraber bende elime silah alacağım ve onları öldürmeye gideceğim.
Hangi ahlak buna izin veriyor, hangi din buna izin veriyor, hangi siyaset anlayışı buna izin veriyor? Kabul etmek mümkün değildir değerli arkadaşlarım. Vicdan sahibi herkese de soruyorum. Her vicdan sahibi yurttaşım rengi ne olursa olsun, inancı ne olursa olsun, siyasi görüşü ne olursa olsun bu söylemi kendi vicdanında tartmak zorundadır. Bu ülke insanına, ailesine ve çocuklarına saygısı varsa. Böyle bir cümleyi bu ülkeyi yöneten bir Başbakan kullanamaz. Özür borcu vardır ama özür de yetmez. Öyle bir makamda oturamaz. Kimse kusura bakmasın.
“KAPISINI ÇALACAK KOMŞULARI KALMADI”
İç politikada sadece temel bir iki noktaya değindim Türkiye’yi hangi noktaya taşıdıkları için. Dış politikada da öyle bir noktaya geldiler ki kapısını çalacakları bir komşu dahi kalmadı. Merhaba diyecekleri bir komşu dahi kalmadı. Elini sıkacakları bir siyaset adamı kalmadı. Her taraftan Türkiye’yi izole ettiler, yalnızlaştırdılar ve dönüp bundan da bir avantaj nasıl çıkarırızın hesabı içine girdiler. Neymiş bu yalnızlık çok değerli bir yalnızlıkmış. Ya dünyaya gidemiyorsun, elini sıkamıyorsun, Arjantin’e gittin orada bile protesto edildin. Hala sen yalnızlığınla övünüyorsun. Bana yalnızlığıyla övünen dünyada bir tane siyaset adamı gösterin. Bırakın siyaset adamını bir insan gösterin. En azından adam komşusuna bir merhaba der. Niye kentleşiyoruz biz? Yalnızlık çok değerli olsaydı kentleşir miydik? Niye bir araya geliyoruz biz? Yalnız olmamak için, gücümüzü birleştirmek için, tartışmak için, ortak aklı egemen kılmak için. Bunlar dünyada yalnızlaştılar bunu da değerli bir yalnızlık olarak millete yutturmaya çalışıyorlar.
“SURİYE SINIRI YOL GEÇEN HANINA DÖNDÜ”
Suriye fiyaskosu; daha olaylar başlamadan bizimkiler mülteci kampları kurdular. Daha olay başlamamış. Mülteciler gelecek diye. Hazırlık yapıyorlar. Gün biçilmiş. İki üç hafta sürecek, iki üç hafta sonra olaylar bitecek. Aradan yıllar geçti. Mülteci sayısı önce 10 bin, sonra 100 bin, sonra 100 binleri, 500 bine yaklaştı. Önümüzdeki süreç içinde 1 milyonu aşarsa şaşmayın.
Sınır kapımız 900 kilometre yolgeçen hanına döndü. Kimin girip kimin çıktığı belli değil. İki türlü Suriyeli var ülkemizde. Hatta üç türlü. Bir; mülteci kampında kalanlar. İki; durumu iyi olup Türkiye’nin herhangi bir ilinde gidip ev kiralayıp iş yeri açanlar. Üç; durumu kötü olup Türkiye’nin bütün yerlerinde sigortasız işçi veya kaçak çalışıp veya yasa dışı işler yapıp, çadırlarda kalanlar. Sokaklara, parklarda kalanlar.
“500 BİN SURİYELİNİN NEREDE OLDUĞU BİLİNMİYOR”
500 bin kişi. Hangi Suriyelinin nerede olduğunu Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bilmiyor. Hangi Suriyelinin nerede yaşadığını Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bilmiyor. Böyle bir anlayış olabilir mi değerli arkadaşlarım? Yoğunlaştıkları yerlerde suç oranları artıyor. 500 bin kişiyi sen Türkiye coğrafyasına saldın. Emin olun 4 yıl sonra eğer bu tablo devam ederse çoğu zaten Suriye’ye gitmeyecek. Niye gitsin ki? Burada iş, güç sahibi olacak. Çocuklarını burada okula gönderecekler.
Bu değerli yalnızlığın doğurduğu bir sonuç. Şimdi korkudan şunu söyleyemiyorlar; arada, satır aralarında söylüyorlar. Efendim, batı bizi yalnız bıraktı. Bu kadar mülteci geldi, niçin bize yardım etmiyorsunuz diyemiyorlar. Çünkü deseler bu politika senin öngörüsüzlüğün doğurduğu politika. Senin beceriksizliğinin doğurduğu bir politika. Bu ortaya çıkmasın diye Suriyeliler Türkiye coğrafyasına yayılmış, kimseden tık yok.
“RADİKAL GRUPLARI GETİRİP KAMP KURDULAR”
Bir ülke düşünün, bir ülke, yüzbinlerle kişi giriyor, kimin nerede olduğu belli değil. Böyle bir ülke dünyada yok. Böyle bir dış politika da dünyada yok. Geldiğimiz tablo bu değerli arkadaşlarım.
Bunlar radikal grupları getirdiler Türkiye’ye; kamplar kurdular. Parti Meclisi üyemiz, sayın arkadaşımız Apaydın Kampına gitti. Hurşit Bey. Orada silahlı eğitim yapılıyordu. Kampa almadılar. Türkiye Cumhuriyetinin milletvekili bir mülteci kampına niye alınmaz? Amerika’dan artist gelir, kampa alırsın, Türkiye Cumhuriyetinin bir milletvekili kampa gider kamp kapalı kardeşim. Neden? Çünkü orada sen silahlı eğitim yaptırıyorsun. Sonunda da faturayı bu millete ödettin sen.
“ÜLKE İÇERİDE İFLASA GİDİYOR”
İç politikada ülkeyi neredeyse iflasa götürüyorlar. Dış politikada tam bir bozguna uğrattılar. Neden bu kadar iştahla savaş çığırtkanlığı yapılıyor? Dışarıda uyguladığı bozgunu, içerde yaşadığı iflası unutturmak istiyor. Buna izin vermeyeceğiz.
Bakın içerde iflas diyorum. Belki bazıları çıkıp ya iflasta çok ağır bir cümledir niye bunu kullandınız diyebilir. Size çok basit bir örnek vermek isterim. Ayçiçeği üreticileri 2012’de verilen fiyatı düşünün, birde 2013’te verilen fiyatı düşünün. 2013’te verilen fiyat 2012’nin altında. Şimdi biz sormayacak mıyız ya arkadaş mazotun fiyatımı düştü? Hayır. Gübrenin fiyatımı düştü? Hayır. İlacın fiyatımı düştü? Hayır. Elektriğin fiyatımı düştü? Hayır. Peki her şeyin fiyatı artarken bir yıl sonra ayçiçeği fiyatı niye düşüyor? Ayçiçeği üreticisinin ağzını bıçak açmıyor. Derin derin düşünüyor. Neden böyle bir tablo var? Açın bakın petrolden sonra, doğalgazdan sonra en büyük parayı biz sıvıyağa veriyoruz.
“20 GÜNDE YÜZDE 10 DEVALÜASYON”
Yine iç politika. Merkez bankasına bakın, son 20 günde yüzde 10’u aşan devalüasyon yaşadık. Dolar 2 lirayı aştı. Merkez bankası inandırıcılığını kaybetmiştir. Eğer bir ülkenin merkez bankası başkanı alacağı politikayı, kararları önceden gidip Başbakanın rızasına bağlarsa bundan merkez bankası çıkmaz; yandaş banka çıkar. O nedenle uluslararası alanda bizim Merkez Bankası’nın inandırıcılığı ve itibarı sıfırlanmıştır. O nedenle doları kontrol edemiyor. Peki fatura kime çıkıyor? Ayçiçeği üreticisine çıkıyor. Kime çıkıyor? Sadece çiftçiye mi? Hayır. Esnafa çıkıyor. Kime çıkıyor? Memura daha az zam olarak çıkıyor ortaya. Senin izlediğin yanlış politikaların faturasını bu halk mı ödeyecek? Evet üzülerek söylüyorum Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları ödüyor.
“VELİLER OKUL BULAMIYORLAR”
Yine iç politika, milli eğitim, okullar açılacak. Veliler şimdi çocuklarını kaydedecekleri okul bulamıyorlar. Nasıl bir milli eğitim politikasıdır bu? Sanki tek parti iktidarda yok. Her bakan değişince milli eğitim politikası değişiyor. Nasıl bir partidir bu, nasıl bir anlayıştır bu, nasıl bir politikadır bu? Siz hiçbir siyaset kurumunun, bir iktidarın, bir hükümetin kendi çocuklarını denek haline getirdiğini düşünebilir misiniz? Milyonlarca çocuk denek haline getirildi. Şunu okusun, ertesi yıl hayır onu değil bunu okusun. Onu değil bunu okusun. Şu okula değil bu buna gitsin. Nasıl bir ülkedir arkadaşlar? Nasıl bir yönetimdir bu?
“GAZETECİLER NEFES ALAMIYOR”
Halkın doğru bilgi alma hakkı halkın elinden alınmıştır. Medya özgürlüğü yoktur. Bakın değerli arkadaşlarım, Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin bir bildirisi yayınlandı. Gazetelerde yer almadı ama ben o bildiriden bir paragrafı sizin dikkatinize sunmak isterim. Şöyle diyor; “Halkın gerçekleri öğrenme hakkına hizmet eden gazeteciler açılan davalar, cezaevine girme tehdidinin yanı sıra işten çıkarılarak nefes alamaz hale getiriliyor.” Bir gazetecinin nefes alamaz hale getirilmesi ne demektir değerli arkadaşlar? Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü üzerinde yaratılan korku iklimi sürüyor. Medya üzerinde korku iklimi ne demektir arkadaşlar? Özellikle gezi parkı olaylarının ardından iktidara muhalif gazetecileri işten çıkarma sürecinin hızlandığını görüyoruz. En az 100 meslektaşımızın bu süreçte işten ayrılmaya zorlandığını hatırlatıyoruz.
“OLAĞANÜSTÜ HAL DÖNEMİ DEVAM EDİYOR”
Olağanüstü hal döneminin devam ettiğini görüyoruz diyor. Ne demek olağanüstü hal? Halkın belleği henüz daha canlı, taze olağanüstü hal kavramı açısından. Sıkıyönetim dönemlerinde olağanüstü haller olurdu. Bu ülkenin gazetecileri söylüyor olağanüstü hal koşulları devam ediyor diye. Üstü örtülü bir sıkıyönetim uygulanıyor Türkiye’de. Yarı açık cezaevine döndürüldü Türkiye. Ya gazeteciyi hapse atacaksın veya işinden edeceksin. Ve bir sitem var; Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin açıklamasında. O da gazeteciliğin yüzkarası. Onu da izlinizle dikkatinize sunmak isterim. Şöyle diyor, “İktidara yakın bazı yayın organlarının muhalif gazetecileri hedef göstererek işten çıkarılmaları yürüttüğü kampanyayı da ayrıca protesto ediyoruz.”
En büyük medya patronu kim? Başbakanlık koltuğunda oturan zat. İstediğini atar, istediğini yeni göreve getirir, istediği gazeteye el koyar. Gazetede beğenmediği köşe yazarlarını atar yandaşlarını oraya getirir. Ve sonra döner bir iki muhalif gazete varsa onlara da kızar bak ülkede ne kadar güzel medya özgürlüğü var der. Peki medya özgürlüğü varsa Türkiye Gazeteciler Cemiyeti bu bildiriyi niye yayınlasın?
“HER GÜN BİRAZ DAHA BATAĞA SÜRÜKLÜYORLAR”
Geldiğimiz nokta iç açıcı bir nokta değil. Türkiye’yi yönetme iradesini kaybedenler maalesef Türkiye’yi her gün biraz daha batağa sürüklüyorlar ve bütün bunların karşılığında bir tek hedef noktaları var. CHP’yi suçluyorlar. Ne yapmış CHP? Savaşa hayır demiş. Vay sen misin savaşa hayır diyen. Savaşa ben hayır diyorsam bu ülkenin büyük bir çoğunluğu zaten savaşa hayır diyor.
Başka; biz diyoruz ki komşularımızla güvene ve işbirliğine dayanan bir ilişki sürdürelim. Hayır, efendim. Herkesi düşman ilan edelim. Niye bunu siz söylüyorsunuz?
“SEN DEĞİL MİYDİN CHP HEP ELEŞTİREN...”
Başka; pek çok ülkeden üst düzey davetler geliyor Türkiye’ye. Vay efendim, CHP oraya nasıl gider. Sen değil miydin düne kadar ya bu CHP hep eleştiriyor, hiçbir şey yapmıyor diyen. CHP şimdi Türkiye’nin barışçıl ve güler yüzünü dünyaya göstermek için gidiyor. Bu halkın barıştan yana olduğunu, bütün komşularıyla barış içinde yaşama arzusunu biz Türkiye olarak götürüyoruz ve orada dillendiriyoruz. Arkadaşlarımızın bütün çabaları bunun üzerine inşa edildi. Yalnızlığa mahkum olan bir Türkiye’yi hak etmediğimiz için biz oralara gidiyoruz.
“İŞADAMLARIMIZ PERİŞAN”
Irak’ta, Mısır’da öyle bir politika güttüler ki, işadamlarımız perişan. Irak’a gittik. Daha sonra Sayın Loğoğlu sanırım Irak ve Mısır konusunda PM’ye daha ayrıntılı bilgi verecektir. Irak Başbakanı şunu söylüyor; Türkiye’yle komşuyuz. Barış içinde yaşamak istiyoruz. Bizim iç işlerimize müdahale edilmesini istemiyoruz. Türkiye’nin bütün enerji ihtiyacını karşılayabiliriz. Bütün kapılarımız Türkiye’ye açık. Fakat anlayamıyoruz diyor; Türkiye kapıdan değil pencereden girmeye çalışıyor. Neden?
“KERKÜK YERİNE KAYSERİ’YE GİTTİ”
Düşünün, Türkiye Cumhuriyetinin Enerji Bakanı, biniyor uçağa kaptana diyor ki, çek oğlum. Nereye gidelim Sayın Bakanım? Kerkük’e evladım. Kerkük’e doğru yola çıkıyorlar. Uçak iniyor, bakan iniyor. Oğlum burası Kerkük mü? Hayır, efendim burası Kayseri. Oğlum niye Kerkük’e gitmedik? Efendim, izin vermediler. Kim izin vermedi? Irak hükümeti.
“BÖYLE ÜLKE YÖNETİLMEZ”
Böyle bir tablo olabilir mi? Düşünce Kuruluşunda konuşma yaparken Irak’ta bir Iraklı şunu söyledi; neden Türkiye Cumhuriyeti hükümeti Irak’ı Türkiye’nin bir vilayeti gibi görüyor? Başka bir ülkeye gidiyorsun sen. İzin alacaksın. Sana izin verilmez diye bir kural yok. Ama ben istediğim yere giderim. İstediğim yere giderim dersen Kerkük yerine Kayseri’ye gidersin ve Kerkük’e gittiğini sanırsın. Bir Türkiye Cumhuriyeti bakanının böyle bir tabloya layık olup olmadığını bu halkın vicdanına teslim ediyorum. Böyle bir ülke yönetilemez.
Mısırla ilgili, Suriye’yle ilgili, Irak’la ilgili politikalarımız yanlış. Türkiye’nin önce Suriye’de barış çağrısı yapması lazım. Ateşkes çağrısı yapması lazım. Bölgede kimyasal silahların kullanılmaması güvencesinin sağlanması için adım atması lazım. Bölgenin nükleer silahlardan arınması için çaba harcaması lazım. İki tarafa silahları susturun, barışı sağlayın, ateşkesi sağlayın, masaya oturun demesi lazım. Biz ne yapıyoruz? Komşuda kavga var, çağırıyoruz birisini, eline veriyor silahı cebine koyuyoruz parayı git, kardeşini öldür diyoruz. Böyle bir tablo olmaz arkadaşlar.
Mısır’la ilişkilerimiz çok iyiydi. Ticaret hacmimizde çok iyiydi. Türkiye’nin lehineydi. İşadamlarımız gerçekten perişan. Kim sahip çıkacak onlara? AKP hükümeti mi? Hayır. Onlara sahip çıkacak olan yine CHP. Yine arkadaşlarımız gidecekler. Diyoruz ki, onlara siyasi gerilimin faturasını bizim işadamlarımıza çıkarmayın.
“YANLIŞ POLİTİKA İŞADAMLARININ ÖNÜNÜ KESİYOR”
Bakın Irak’ta konuştuğum hiçbir yetkili Türk işadamlarından şikayet etmedi. Hepsi bizim işadamlarımız övdü. Çok büyük, başarılı projelere imza atmışlar. Ama hükümetin izlediği yanlış politika onların önünü kesiyor. Bu coğrafyada yalnızlaştık.
Türkiye’nin bütün komşularıyla sağlıklı, tutarlı, dengeli bir ilişki sürdürmesi gerekiyor. Bu hem Türkiye’nin çıkarınadır hem bölgede demokrasinin çıkarınadır. Eğer ilişkileri gererseniz, kavga ortamı yaratırsanız, Ortadoğu’nun bir hizbiymiş gibi Türkiye’yi bir politika olarak oraya sunarsanız bu Türkiye için de kayıptır, bölgede demokrasi içinde kayıptır.
“ANA MUHALEFET KIRILAN İLİŞKİLERİ TAMİR ETMEYE ÇALIŞIYOR”
Onun için ana muhalefet partisi ne yapıyor diye soranlara, ana muhalefet partisi kırılan, dökülen ilişkileri tamir etmeye çalışıyor. Türkiye’nin çıkarlarını savunmaya çalışıyor. İşadamlarımızın bölgedeki çıkarlarını savunmaya çalışıyor. Türkiye sadece AKP’den ibaret değildir. Türkiye’de demokrasiden, barıştan, özgürlükten yana olan insanlar, partiler vardır. Bunu söylemek için biz o bölgelere gidiyoruz.
Biz 90 yıllık bir partiyiz. Bizim bir kökümüz var. Bizim deneyimimiz var. Bizim ülke sevgimiz var. Bizim ülke çıkarlarını savunma gibi bir görevimiz var. Biz bunları yaparız. Barışçıl, sıcak yüzümüzü göstermek durumdayız. Eğer bu ülkenin kurucusu savaştan hemen sonra yurtta barış, dünyada barış demişse bunun bir anlamı vardır.
“BU İLKELLİKTİR, YÜZKARASIDIR”
İnsanları sallandıramıyorum, o halde demokratım. Bu bir ilkelliktir. Bu ilkellikten Türkiye’yi kurtarmak zorundayız. Bütün yurttaşlarıma sesleniyorum; insanları sallandırıp sallandırmamak demokrasinin ölçütü olamaz. Yüzkarası bir deyimdir bu, açıklamadır bu. Tıpkı Müslüman bir komşu ülkeye saldıracaksan, orada insanları öldüreceksen ben her türlü koalisyona hazırım lafının bir başka versiyonudur bu. Bu da iç politika versiyonudur.
Onun için, hak ve özgürlüklerin egemen, yurttaşlarımızın eşit ve özgür olduğu bir Türkiye için; siyasetin kişisel çıkar ve toplumsal dayatma aracı değil, yurttaşa hizmetin aracı olduğu bir Türkiye için; hukukun üstün ve yargının bağımsız ve tarafsız olduğu bir Türkiye için; çoğulcu, katılımcı ve güçlü demokrasiye sahip bir Türkiye için; bilim, kültür ve sanatın özgür, yaratıcı ve yükselen bir değer olarak kabul edildiği bir Türkiye için; halkımız için, halkla beraber herkes için huzurlu ve refahı yükselen bir Türkiye için mücadele edeceğiz. Bu mücadele bizim görevimizdir. Halkımızın refahı için.