Cemaatten AKP'ye özür, sitem ve örtülü tehdit!
Cemaat-AKP kavgası medya üzerinden tırmandıkça tırmanıyor. Zaman Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın bugünkü yazısında hem serzeniş, hem özür, hem de tehdit var
Fethullah Gülen Hareketi ile AKP arasındaki iktidar kavgası bir süredir köşe yazıları üzerinden sürüyor. Tayyip Erdoğan’a yakın gazetelerde, MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın 7 Şubat 2012’de cemaate yakın savcılar tarafından ifadeye çağrılması ile açığa çıkan kriz sık sık hatırlatılıyor. Bunun üzerinden de cemaatin Tayyip Erdoğan’ı hedef aldığı, güvenilmez bir müttefik olduğu ve iktidar pastasından gerçek gücüyle orantısız bir pay istediği vurgulanıyor.
Cemaat gazetelerinde ise AKP’nin cemaati hedef almak ve iktidar paylaşımında kenara itmekle yanlış yaptığı, iki odağın kader ortağı olduğu, cemaat kaybederse AKP’nin de kaybedeceği öne sürülüyor.
Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın “Yahu siz çekilin bir aradan” başlıklı bugünkü (12 Ağustos) yazısı ise içerdiği ağır ithamlar, serzenişler, örtülü tehditler ve özür imaları ile durumun kendileri açısından pek de parlak olmadığını, kavganın sıra dışı biçimlerde ilerleyebileceğini ortaya koyuyor.
Dumanlı bir yandan isim vermeden şimdi AKP içinde ya da yakınında olan bazı kişilerin aslında AKP’ye ve Tayyip Erdoğan’a karşı olduğunu, iktidarın zayıflamasını istediklerini, “Bunların akıbeti Menderes’ten kötü olacak” dediklerini ve şimdi bunların cemaatten daha fazla kıymet gördüklerini söylüyor. Dumanlı’nın kastettiği isimlerden biri HAS Parti’yi kapatıp AKP’ye geçen Numan Kurtulmuş.
Dumanlı yazısının sonuna doğru özür ve tehditle karışık şu ifadeleri kullanıyor: “Herkes hata yapabilir; ama hataların en büyüğü duygudaşlık yaptığın kişileri gücendirmektir. Bir gün kalkar sorarlar: Ülke menfaati için PKK’yla bile uzlaşma zemini ararken kardeşlerinizi niye sürekli rencide ediyorsunuz!”
Dumanlı’nın yazısı:
Yahu siz çekilin bir aradan
Çok değil birkaç sene önce, önemli bir siyasî figür gazeteyi ziyaret etti. Daha hoş beş diyemeden Başbakan Tayyip Erdoğan aleyhine verip veriştirmeye başladı.
Söyledikleri tenkit çizgisini aşıyor, yaralayıcı noktalara doğru gidiyordu. Dayanamadım, “Keşke bu kadar ağır konuşmasanız, bu kadar sert ve incitici lafların size de ülkeye de faydası yok” demek zorunda kaldım. Pek hoşuna gitmemişti; ama ne yaparsın, iş büsbütün çığırından çıkıyordu. Şimdi durum ne mi? O, şimdi AK Parti’nin önemli adamlarından biri oldu. Söylediklerini hem çevresi unuttu, hem kendisi. İyi ki de unuttu; çünkü ne siyasî nezaket o ağır sözleri taşıyabilirdi, ne kardeşlik hukuku…
Son seçimlerden birkaç gün önce mühim bir köşe yazarı ile dertleşiyorduk. O sırada Taraf’ta bir iddia dile getirilmişti: Şayet AK Parti yüzde 50′nin altına düşerse bazı komutanlar darbe davaları için hükümete ağır baskı yapacak, oy oranı yüzde 50 civarında olursa komutanlar istifa edecekti. Nitekim iddia doğru çıktı ve Necdet Paşa dışındaki bütün kuvvet komutanları istifa etti… Kâbus senaryolarını tahayyül ederek, “İnşallah oylar yüzde 50 civarında olur da demokrasiye bir balyoz daha inmez” dedim. Benimkisi demokrasinin devamına yönelik bir temenni idi sadece. Bizim mahallenin tecrübeli yazarı bu düşünceme şiddetle karşı çıktı. O da verdi veriştirdi Başbakan’a. Ona göre parti 40′larda kalmalıydı ki haddini bilsin. Ağır laflar etti. Bir şey demedim; zira o, AK Parti’ye bizden daha yakındı. Yakın ama uzak. Şimdi el üstünde tutuluyor ve ha bire “cemaat analizi” (!) yaparak diğer dostlarını ötekileştirmeye çalışıyor, yürek dağlıyor, gönül kırıyor…
Sadece siyaset ve medyada mı bu gidişat? Hayır. Birkaç yıl önce bir bürokrat, “Bunların akıbeti Menderes’ten kötü olacak!” diye gürlüyordu. Pervasızlığı ile koridorları çınlatan bu bürokrat, lafın ne manaya geldiğini tabii ki biliyordu. Neyse, zaman değişti, devran başka bir denklemin doğmasına vesile oldu ve o şahıs önemli bir yere getirildi. “Eski ülkücü” diye tercih edilen o kişi, şimdi “cemaat” diye yaftalanıp tasfiye edilen meslektaşlarının koltuğunda oturuyor. Otursun. Takdir onu tercih edenlerin; lakin vaktiyle hiçbir beklentiye girmeden kelle koltukta hizmet edenler de bu kadar rencide edilmesin; zira onların dostluğu konjonktürden değil yürekten…
Dün neredeysek, bugün de oradayız
Örnekleri çoğaltmaya, sözü uzatmaya gerek yok. Hangi birini sayacaksın. Bizzat işittim, mesleğin popüler bir siması, “Bu AKP’lilerden bir cacık olmaz, bunlardan sıtkım sıyrıldı.” diyordu. Adam, tiksinerek bahsettiği partide şimdilerde baş tacı ediliyor. Sayın Başbakan, Kars’taki heykel için “ucube” dediğinde hem Erdoğan’a hem partiye öfke kusan, şimdi mevsimlik tetikçi rolüne soyundu ve ha bire AK Parti’ye yaslanıp cemaate saydırmakla meşgul. Yaşını başını almış adamların bilge kisvesine bürünerek iki kitleyi birbirine düşürmek için hince yazılar yazmasının da samimiyetle, fikrin namusu ile hiçbir ilgisi yok. Kısa bir süre öncesine kadar karanlık odalardan muhafazakâr kitlelere karşı kara operasyon yapanlar şimdi bir taraftan AK Parti’ye güzelleme yapıyor, diğer taraftan da fitne üstüne fitne çıkararak ‘cemaat’i linç etmeye kalkışıyor. İstihbarat(lar)ın elinde melabe olmuş birileri de ‘cemaat’e karşı 28 Şubat gibi bir tasfiye yapıldığını ve bunun devam edeceğini gururla söylüyor… Sonra da bozacılarla şıracılar el ele vererek AK Parti’ye şirin görünüp ‘cemaat’i ötekileştirmeye kalkıyor.
“Eee siz nerdesiniz?” diyorsanız cevabım net: Dün nerdeysek bugün de oradayız. Üzüntülerimize, burukluğumuza rağmen oradayız. Zıt istikametlere gittiğini düşünenler bir metre yol aldığında iki metrelik mesafe kat edildiğini sanır. Oysa yerinde duran, uçurumun derinleşmesini önler. Dün, bütün demokratik gayretlerin en hararetli destekçisiydik; bugün de öyle! Ülke hayrına atılan her adım (kim atarsa atsın) desteği de, alkışı da hak etmektedir. Yanlış gördüğümüz her konuda (ve herkese karşı) fikrimizi dürüstçe söylemeyi hem dostluğumuzun hem de ülke sevdamızın gereği olarak görüyoruz. Bu niyetimizin doğru anlaşılabilmesi için fitne gayretlerinin abartısına ve operasyonuna takılmamak gerekiyor. Her bir iddiaya cevap vermek imkânsız; ama o lafların safi zihinlerde iz bırakmasına göz yummak da bir başka vebal. Fitne ateşinin içinden geçerken bazı insanlar gıybet, yalan ve iftiralar nedeniyle kendi kendilerini helak edebilir. Böyle zor zamanlarda asıl yapılması gereken, nefse karşı mukavemet etmek, hakkı tavsiye etmek ve sabırlı olma yolunu tercih etmektir.
Hükümet ile camia(lar) arasında görüş ayrılıkları olamaz mı? Tabii ki olur. Hatta olmalıdır ki istişarenin bereketi zuhur etsin. Hazret-i Peygamber’in, “Ümmetimin ihtilafı rahmettir.” sözü, farklı yaklaşımlardan rahmete yol bulma tavsiyesi değil midir? Arada ciddi bir sorun varsa bunun çözüm şekli bellidir; çok eski yıllara dayanan arkadaşlık ve kardeşlik hukuku devreye girer, ihtilaftan rahmet devşirilir. Zerre kadar dava çilesi çekmemiş fitne cambazlarının kurduğu çadır tiyatrosuna gerek yok. Şahsi menfaatleri uğruna belli yerlerde mevzi tutmuş kişilerin yol haritası çıkarmasına da gerek yok. Sosyal gerçekliği olan bir kitle ile siyasi gerçekliği olan bir partinin kendine mahsus iletişim yolları vardır daima. Bazı sorunları bahane ederek egolarını tatmin edenler hem sırtını dayadıkları yapıya hem Türkiye’ye zarar veriyor. Üstelik sakil de kaçıyor. O yüzden işgüzar birilerine, “Siz çekilin aradan kardeşim; riyakârlığın âlemi yok!” demek gerekiyor.
Panorama
Birisi Hocaefendi için durduk yerde “Soros” dedi. Ya da röportajı yapan Rus öyle demiş o da tasdik etmiş. Aynı kapıya çıkar. Reha Muhtar sağ olsun. Rus röportajcının (!) ne mal olduğunu gözler önüne serdi ve neden mülakatı yarıda kestiğini anlattı. Muhtar’ı okuyunca Rus gazetecinin gazetecilik dışı faaliyetler içinde olduğunu ve mülakat yaptığı kişilerin ağzından istediği lafı nasıl kopardığını net bir şekilde anlamış olduk. Sayın Başyazar Bey bu gerçeği gördüyse problem yok. Değilse kariyerinde kocaman bir gedik açılmış oldu…
İstihbarat adına devremülk köşe yazarlığı yapan birileri, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un cezasını da cemaate fatura edebildi ya; helal olsun. Güya Başbuğ, AK Parti’nin kapatılmaması için Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt ile çok çalışmış. Halbuki Paksüt, AK Parti’nin kapatılması yönünde oy vermişti. Trajikomik bir iddia. Nitekim AK Parti milletvekili ve eski gazeteci Şamil Tayyar, parti kapatma davasında Başbuğ’un rolünü açık açık anlattı, konjonktürel partizanlar boşluğa yuvarlandı…
Eleştiriler haklı; referandumdaki en hararetli konu olan yargıdaki değişim yerle bir ediliyor. Ya o gün söylenenler doğruydu ya da bugün. Yargıtay, Danıştay ve HSYK’nın yapısı referandumda değiştirilirken Venedik kriterleri ileri sürülmüş, halk da yüzde 58 destek vererek anayasa değişikliği yapmıştı. Şimdiki taslak yargıyı tepeden tırnağa siyasallaştırıyor. Değişiklik kabul edilirse hâkim ve savcıların oy kullanmasının önemi kalmıyor, buralara partiler aday belirliyor. Referandum’da ‘hayır’ cephesinde yer alan CHP, MHP, YARSAV ve boykotçu BDP buna çoktan razı. Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in referandum öncesi saatler süren renkli sunumu ve halkın desteği demek ki boşluğa düşüyor.
AK Partili olduğunu iddia ve genç olduklarını beyan eden bazı sanal kişiler Zaman ve camia aleyhine internette kampanya düzenliyor. Bu arkadaşlar Türkiye sevdasını ya anlamamışlar yahut maskeli iletişim sayesinde birileri onların adını kullanıyor. Üstelik bu saldırgan tavırlarıyla büyük bir camiayı kendilerine karşı tepkili hale getiriyorlar. Herkes hata yapabilir; ama hataların en büyüğü duygudaşlık yaptığın kişileri gücendirmektir. Bir gün kalkar sorarlar: Ülke menfaati için PKK’yla bile uzlaşma zemini ararken kardeşlerinizi niye sürekli rencide ediyorsunuz!
Çok komik bir iddia deyip geçeceğim ama onlarca keredir yazıp söylüyorlar. Güya cemaat içinde anket yapmışlar da büyük bir çoğunluk “Kim ne derse desin oyum AK Parti’ye…” demiş. Bunu uyduranların niyeti önde görünenleri itibarsızlaştırmak olmasa gülüp geçmek lazım. Bu tür uyduruk operasyonlar kitleyi kenetler, anketçilerin ağır bir tokat yemesine sebebiyet verir. Hiç gerek yok böyle palavralara. Hem hiç endişe etmeyin, zamanla sular durulur, gerçek dostlar dönemsel şövalyelerden ayrışır…